31 Aralık 2011 Cumartesi

kova.

Uykum yok mu? Aslında var. Ama uyuyasım yok bu gece. İçimde çok garip bir his var, bütün hisler bir araya gelmiş de bayram ediyorlar gibi sanki. Aynı anda hem umutlu hem de umutsuzum mesela. Ama olsun. Belki de yeni yıla özgüdür bunların hepsi, kim bilir?

Anlamadığım şeyler var hayatımda. Mesela benim için gün be gün açık bir şekilde kötü olan bir insanı deliler gibi istiyorum. Neden? Ben de bilmiyorum. Çok self-destructive bir durum aslında.

Ne var biliyor musun blog? Ben aşık olmayı özledim. Durduk yere kendi kendime gülümsemeyi, birini sürekli düşünmeyi, düşündüğüm kişinin beni mutlu etmesini falan özledim işte. Ama kimse yok ki bana böyle hissettiren. Belki de insanın hayatta bir kere çıkıyordur karşısına öylesi, kim bilir?

Ben bilmiyorum o kesin.

Ama istiyorum da.

14 Aralık 2011 Çarşamba

(b)eşik.

Uyku eşiğini geçmeyi, hatta geçmeyi de değil, direkt kırmayı seviyorum. Belli bir saate kadar sürekli esneyerek, yorgun oturan ben, bu saati geçmeyi başarınca baya bay ayık kafaya ulaşabiliyorum işte. Bu gece bu güzel kafamla da oturup felsefe peypırımı yazıyorum mesela, bugün çeviri de yapmıştım, e bir de vakit kalırsa bir sayfalık ufak bir çevirim daha var ya ona bakarım ya da teori dersi sunumuma başlarım. Saat şu anda sabahın dört buçuğu ve benim yarın (bugün) ilk dersim tee sabah 10'da. Yarın (bugün) dersler bittikten sonra ise yapacağım tek şey eve gidip uyumak olacak, hem de yıllardır uyumuyormuşum gibi. Oh, mis. Uykusuz geçen uzun sürelerden sonra uyunan o mükemmel uykuyu istiyorum işte ben ya.

Neyse. Gidip peypırımı bitireyim o zaman ben, henüz 1/6 oranında tamamlanmış olsa da kendisi, en fazla 6 sayfa olsun dediğine göre, ben 5 sayfa yazsam da yeter bence. Evet.

27 Kasım 2011 Pazar

gün.

Bazı günler sadece hayatta kalmak bile yeterince zor ve yorucu.

23 Kasım 2011 Çarşamba

basit bir cümleden ibaretim.

Sırf meraktan yaşamak, lan belki de sonu gelmez, belki kimse ölmüyordur, ölse de belki ölene kadar yaşadıklarının bilincini yitirmiyordur dediğin için yaşamak, onu da göreyim, bunu da dinleyeyim, şunu da tadayım dediğin için ama en önemlisi daha okuyacak çok şey var dediğin için yaşamak.
Okudukça zihnin açılması, aklın aydınlanması (büyük harfle başlayan Aydınlanma anlamında değil, hatta baya uzağında), ve giderek mutsuzlaşma, bazen uyuşmayı isteme, uyuşmak ve hissetmemek, iyileşmek istemek, kapamak istemek kulaklarını, duymamak istemek, bir şeylere inanabilmeyi istemek, bir şeylerin hala inanmaya değer olduğunu düşünmek istemek ama becerememek.
Biraz uğraşarak bütün kavramların altını boşaltabiliyorsam eğer, dünyadaki varlığımın temel deneyimleri hep acı üzerine kuruluysa, o acıyı sürekli ve sürekli ve sürekli.. hissediyorsam, nasıl ve neden devam ederim, etmeli miyim? Ve daha nice aynı sorular. Başlarda korkunç gelen bu düşüncelerin artık normalleşmiş olması, hatta zaten böyle olması gerek dedirtecek kadar doğal gelmeleri.
Oy dağlar.
Nereye gitsem, gitmek de yetmiyor ki, herkes insan, her yer dünya ve hepsi çok yabancı, kimse ben değil, kimse asla içimi bilemez, kimse asla tam olarak anlayamaz.
Karamsarlık mı? O da neymiş.
Bütün bunlar içimden geçerken - tek tek de değil, hepsi aynı anda koşuşurken - mütemadiyen gülümsemek, daha geniş, daha güçlü, daha neşeli.
Ama daha da karmaşık, daha da mutsuz.

7 Kasım 2011 Pazartesi

yanlış.

Mutlu olmanı istiyorum derken, aslında ben de mutluysam mutlu ol gibi bir gizli şart var onun arkasında. Bensiz mutlu olma, beni özle, ya da en azından ben yeniden aşık olup seni hiç düşünmez hale gelene kadar mutlu olma. Olmaz mı?

Bazı günler herkes bana karşıymış gibi geliyor, ama özellikle de uzak ailem. Hani yakındakiler zaten biliyor pek çok şeyi artık, onlar bir şekilde baş ediyorlar tepkileriyle, ama uzak aile ayrı bir olay. Geleneksellikleriyle, homofobiklikleriyle hayattan bezdiren bir uzak aile onlar. Sarhoşken bile gardını düşürmemeye çalışmana neden oluyorlar, ne olursa olsun güçlü olmak zorundayım, buralardan gitmek zorundayım gibi düşünceleri güçlendiriyorlar.

Hayat hep zor. Ben bunu istemedim, bana kalsa her şeyin en kolayını, en rahatını seçerdim, bu gayet açık bence. Ama bazı şeylere ben karar veremedim, bazı şeyler, kim olduğum gibi, benim elimde olan şeyler değil.
Kendimi sürekli yanlış hissetmekten yoruldum.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Son ses müzik dinlemem ben. Ama bugün dinliyorum. O beni biriyle beraber sanarken, ben onun eski sevgilisiyle buluşmasına kızıyorum. Aklımda o kadar çok kişi var ki. Ama sadece onunla geleceğimi hayal ettim ben, sadece onunla olmak istedim. Kızıyorum, sinirleniyorum, üzülüyorum.

İlk aşklar cidden sadece ilkler olarak kalmak zorunda mı? Bunun gibi sorular aklımı hiç boş bırakmıyor. Nedennedennedennedenneden??????  Aynen böyle beynim işte. Neden sevdiğim insanla birlikte olamıyorum?

İşin komik yanı onu unuttum bile. Görünüşü, sesi, kokusu, hiçbir şey kalmadı benimle. Ama onu özlüyorum. Onun benim olmasını özlüyorum. Belki de onu değil, aşkı özlüyorum ben. Bilmiyorum. Tek bildiğim, çok yalnızım, ve çok özlüyorum bir şeyleri.

Öyle.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

ona söyledim bugün. görüştüğüm biri var dedim. tam olarak olmasa da aslında, çok da yalan sayılmaz. iki kez görüşmüşlüğümüz var, ve benim bunu ileriye taşıma niyetim de var o da isterse.

e o zaman?

neden kendimi bu kadar kötü hissediyorum? neden yapmamam gereken bir şey yapmışım gibi sanki? bilmiyorum. ama suçluluk duymamam gerektiğini de biliyorum. ama duyuyorum.

kendi kafama sıçayım ben ya.

29 Temmuz 2011 Cuma

Çok sevimlisin ya. Elimden geleni yapıyorum, önünü alayım diyorum ama olmuyor. Konuşabildiğim bir insan çıkmayaydın, eğlenceli olmayaydın, espri anlayışlarımız o kadar tutmasaydı birbirini, o kadar sevimli gülümsemeseydin bana, sen her bana baktığında ben dağılmasaydım belki önünü alabilirdim. Ama şu anda alamıyorum.

Sen de benzer şeyler hissediyor musun acaba? Çok merak ediyorum işte ben bunu. Sen de beni düşünüyor musun sık sık? Sen de bir araya gelme hayalleri kuruyor musun?

Çünkü ben kuruyorum. Bütün hayallerimde seninleyim bu ara. Her gece seninle uyuyup sabahları seninle uyanıyorum.

Sevsen ya beni. Korkularımı haksız çıkarsan. Ne güzel olurdu her şey.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Bazen diyorum ya hayatım film ve dizilere benzemeye başlıyor diye. Aynen öyle oldu yine. Bir gece öncesinde asla o cesareti bulamam ki ben diyerekten ama bir yandan da iç çekerek ano.kta.gul ile yazdığımız senaryonun gerçekleşmesiyle ben bir anda kendimi onunla kadı.köy sokaklarında yürürken, beraber yemek yerken ve konuşmamız hiç bitmesin derken buldum.

Ölüyordum, biliyor musun blog? Boğuluyordum. Hiç geçmeyecek sanıyordum. Geçiyormuş, nefes alınıyormuş yine. Hala içinde bir yerlerde ufak bir parçasıyla kalsa da, seni sonsuza dek değiştirmiş olsa bile, bitip gidiyormuş.

Gelen yenileri ise onun yerine değil, yepyeni yerlere geliyormuş, yepyeni bir sana.

24 Haziran 2011 Cuma

bırakmak.

"Seni çok yalnız bırakmışız, yalnızlığa mahkum etmişiz gibi geliyor bazen. Zor olmuş olmalı."

HADİ BE!

Kusura bakma anne ama artık sana kızacak, seninle tartışacak gücüm bile yok. Sadece bir iki kez intiharı düşündüm, bir kez az kalsın kafama o silahı dayadım, kendimi belki arabanın biri çarpar da beni bütün bunlardan kurtarır diye caddelere attım. Gecelerce kendi kendime oturdum, her eve gelişimde panik atak geçirdim, sonsuza dek yapayalnız kalacağıma kendimi inandırdım.

Zor.

Zor nedir ki anne? Ben hala hayattaysam bir şekilde, bütün bunlardan sonra, tanıdığım herkes beni yarı yolda bıraktıktan sonra birine güvenmişken, o kişi de beni bırakıp gittiyse, ve ben inatla sürünüyorsam buralarda, her gün, birinin gelip beni buradan alıp götürmesini, bir şeylerin değişmesini, insanların, ve bazen de benim değişmemi bekliyorsam... zor nedir? Bana zordan bahsetme artık. Hala yüzüme bakıp bana sadece senin mutlu olmanı istiyorum deme. O kadar gurura sahip ol, yaptıklarının arkasında dur.

Seninle kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı, korkularımı paylaşacak gücüm yok benim. O kadar çoklar ki, sadece düşünmek bile gözlerimin dolmasına yetiyor bazen.

Küçükken dedim kendime, kendim için, mutlu olmak için gideceğim dedim. Söz verdim kendime. O gün, 12 yaşında falandım herhalde, bağlanmayı bıraktım insanlara ben. Ne arkadaşlarımı, ne sizi özlüyorum artık. Ben de isterdim, ailemi seveyim, arkadaşlarım olmadan yaşayamam diyeyim. Ben hayatımın yarıdan fazlasını her an kendi hayatıma son verebilecek bir şekilde, yapayalnız geçirdim.

Kimse fark etmedi. Kimse umursamadı.

Bundan böyle de kimseye ihtiyacım yok benim. Çünkü "zor" olsa da bir şeyi çok iyi öğrendim. Benden başka herkes beni yarı yolda bırakıyor, bırakacak.

Keşke böyle olmasaydım. Keşke böyle olmasaydı. Ama oldu.

Artık bazı şeyler için gerçekten çok geç.

17 Haziran 2011 Cuma

herkes gider.

Seni görmek istiyorum. Bir yandan içimden bir ses hala sana bağırıp çağırsa da beni neden bıraktın diye, hayatımdaki herkes bir bir giderken, ben seni istiyorum. Sana sarılıp ağlasam ya. Sana sarılsam ya sadece, bana sarılsan sıkıca, bana güven versen, güvende hissettirsen. O kadar çok ihtiyacım var ki buna. Senin haberin bile yok, olmasın da zaten. Gittin. Ben kaldım. Herkes gitmeye devam ediyor. Kimse durup beklemiyor beni. Kimse beni beklemiyor.

Çok yalnızım. Hem yalnız değilim, hem de yalnızım aslında. Yalnız olmadığımı hissettiren, benimle ilgilenen insanlar var ama onlara karşı sorumlu hissediyorum kendimi. Sanki daha iyiymişim gibi davranmak zorundayım, daha güçlüymüşüm gibi. Yapabiliyor muyum, ben de bilmiyorum. Kendi başımayken yapamıyorum.

Seni özlüyorum, çünkü seninle daha ilk konuşmalarımdan birinde sana çok ama çok korktuğumu söyleyebilmiştim. Kormana gerek yok demiştin, her şeyin bir nedeni vardır. O nedeni bana bulup göstermeni istiyorum çünkü neden arayacak halim bile yok. Hiç halim yok. Hem de hiç.

Kokunu özlüyorum. Bırakmayacağını düşünmeyi özlüyorum, güçlü olduğumuzu, her şeye dayanabileceğimizi düşünmeyi. İnandığım, kendimi zorla inandırdığım ne varsa yıkıldı. Kendimi küçücük hissediyorum bazen, en ufak şeyler bile o kadar başa çıkılamaz geliyor ki bazen. Güçlü olmayı özlüyorum. Sana dayanabilmeyi.

Ama en çok, yanında yatıp, sıcaklığını hissetmeyi, ve gözlerine bakmayı özlüyorum. Bana bir şeyler anlatmanı, seni öpmeyi özlüyorum. Kalbim sıkışırcasına sevmeyi özlüyorum.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bir ay olmuş yazmayalı, ayrılalı bir ay daha geçmiş, ama ben hala aynı ben, ben hala kendine gelememiş bir durumda saçmalayan ben. Hayatımın en kötü günlerini geçiren ben belki de. Finallerim var bu ara, resmen çalışamıyorum, seni düşündüğümden de değil, düşünmek istemiyorum artık, sadece gücüm yok, yaşamaya gücüm yok gibi hissediyorum kendimi ve sonra böyle hissettiğim için kendime kızıyorum yine. Daha güçlü olmalıyım diye vuruyorum kendime, şimdiye kadar yeniden mutlu olabilmeliydim.

Ama ben ne zaman mutlu olmayı becerebildim ki kendi başıma ki şimdi becereyim değil mi? Yalnızım, çok yalnızım, artık unutmam lazım diyerek insanlara anlatmayı da bıraktım, sustukça, içime attıkça boğuluyorum. Bari kalmasam derslerimden de biraz tatil iyi gelir diye umuyorum sonrasında.

Çok sıkıldım, çok kötü hissediyorum kendimi. İyi hissedeceğim günleri bekliyorum ama hayatım inatla aynı sıkıcılıkta, aynı kısır döngüde geçip gidiyor işte. Ne yapacağımı bilmiyorum.

Ve yine, ne zaman bildim ki?

6 Mayıs 2011 Cuma

sarhoş

Yrgunum yorgunum yogunum ve sarhoşum ve ne yapacağımı bilmiyorum, gecenin bir yarısı yalnız oturuyorum, hayatımın nasıl bu hale geldiğini bilmiyorum, yalnız olmak istemiyorum, eski sevgilimi mi özlüyorum yoksa sevgilim olmasını mı bilemiyorum, saçmalıyorum, eğleniyorum, ağlıyorum, ah bir de o bana baksa, ama bakmaz ki, kim ne zaman niye bakmış ki, bir bakan vardı, o da ağzıma sıçtı, yapmam gereken çok şey var, bu sabaha kadar şu metni bitirsem yeter, şu metin bu metin o metin, metmetmet, ananı sikeyim metin, bunu sana kim öğretti dediği an hala hayatımda benim için bir onur anı, özledim lan bildiğin o insanı özledim, görebilsem keşke, keşke gelse, keşke gelecek kadar istese. ama istemez ki, kim ister ki beni? sarhoş beni, mantıksız beni, bira içerken birasını üzerine döken beni.

kahretsin kahretsin kahretsin.

çok klişe ama beraber yaşayacaktık, evlenecektik, çocuklarımız olacaktı, mutlu olacaktık, önce şehirde sonra şehir dışında yaşayacaktık, mutlu olacaktık, mutlu mutlu mutlu çok ama çok mutlu, sonra ayrılmayacaktıki hiç ayrılmayacağız dedik, dedik ve ertesi gün ayrıldık.

neden düzelemiyorum ben? neden unutamıyorum? neden mutlu olamıyorum?

kahretsin kahretsin kahretsin.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

k.

Sen bunu okumayacaksın ama sevgili k.üb.ra, bugün çok üzgün olduğum bir anda, defalarca ağlamanın eşiğine gelmişken ben, sen bana sıkı sıkı sarıldın ya, o kadar iyi geldi ki. Birinin beni sevmesine ihtiyacım vardı, birinin sadece yanımda olmasına ve sen bilmesen de, anlatmayacak olsam da ne olduğunu, yanımdaydın.

Aynı şekilde, s.ev.can, bugün avrupa stili diye dalga geçmiş olsam da, beni üçüncü kez öpmen o kadar iyi geldi ki.

Böyle random iyilikler de olmasa, dayanamazdım işte ben.

İyi ki varsınız.

29 Nisan 2011 Cuma

dahil.

Tutulmayacağını bile bile bazen insanların sana sözler vermesine izin veriyorsun. Aslında öyle olmadığını bile bile sana değer veriyormuş gibi yapmalarına, seni takıyormuş gibi davranmalarına izin veriyorsun. Çünkü aslında o da olmasa, kalan o son make-believe durumları da kalmasa, bitersin sen, biliyorsun.

Özledim seni diyorlar, artık mutlu olmuyorsun bunu duyunca. Özlenmediğini biliyorsun aslında içten içe. Alaycı bir şekilde gülümsüyorsun öyle mesajlar görünce, alaycı bir şekilde gülüyorsun sana iltifat edildiğinde, alaycı laflar ediyorsun özürler dilenince. Başka türlü olmuyor çünkü. Hayatla başa çıkmanın başka bir yolu yok belki de bazı insanlar için.

Zaman geçtikçe, büyüdükçe, yaşadıkça, canın acıdıkça, işe güce karıştıkça, öğrendikçe alışırım sanmıştın. Belki yetişkin insanlar gibi ben de uyumlu olmayı öğrenirim, belki yetinmeyi öğrenirim, belki daha normalden, rutinden ve büyümekten bu kadar  korkmam demiştin. Ne komik değil mi, tam tersi oldu bak işte. Daha önce görmediğin şeyleri görür, hayattan daha da korkar, daha çok bir neden arar oldun. Bulamadıkça kırıldın, kırıldıkça kötüleşti için, bazen kendini korkutur oldun.

Kimse yok dedin, kimse bilmiyor, bilmeyecek, kimse anlamayacak, herkesin derdi kendiyle ilgili olacak senin derdin tüm dünyaylayken. Kaybolmak kötü değildir, kaybolmak tam da ihtiyacımız olan şey deyip yanına yeni kurbanlar ararken geceleri kayboldum ben diye ağlacaksın.

Başka türlü olmuyor çünkü. Başka türlü olunca, başka türlü... Olmuyor ki. Olsa onu da anlatırdım, olsa nasıl mutlu olmayı öğrendiğimi anlatırdım, insanlar güvene ve sevgiye aşırı dozlarda layık olmadıklarını defalarca kanıtlasalar da yine yeni yeniden aynı hataları yapmaktan nasıl da vazgeçtiğimi anlatırdım.

Olmayınca olmuyor derken alaycı bir şekilde gülümsemezdim. Kendi alaycılığımdan iğrenmezdim artık, her gün saatlerce dizi izleyip başka dünyalara kaçmazdım, müzikte ve resimde güzellik aramazdım, açar penceremi ağaçlara çiçeklere bakar mutlu olurdum belki ben de. Sadece bir insan olurdum, olurdum ya da, sadece olurdum. Olamadım, olamıyorum.

Ve bazen geceleri hiçbir zaman olamamaktan korkuyorum. Geceleri ben çok korkuyorum. Kendi düşüncelerimden, bazen gelen ağlama krizlerinden, durduramadığım anlamsızlık hissinden, kurtulma isteğinden, umutsuzluktan, pişmanlıktan, nefretten, öfkeden, korkudan ama en çok korkudan, bazen de haksızlığa uğramış gibi hissetmekten, aynı anda suçluluktan korkuyorum.

İnsanlara tutunmaya çalıştıkça hep en baştan öğreniyorum, kimse seni tutmuyor, bu kadar mı istenmeyen bir insanım diyorum bazen kendime, neden hiçbir yerde hiçbir kimsem yok benim? En yakınım dediğim insanlara neden belli bir yakınlıktan fazlasını hissedemiyorum? Neden sürekli sanki burada değilmişim, gerçek değilmişim gibi hissediyorum? Neden hiçbir şeye anlam veremiyorum?

Bazen geceleri sabah olsun diye bekliyorum. Uyku umrumda bile olmuyor o zaman, sadece ışığı görmek istiyorum, sadece etrafta kalabalık olsun da şikayet edeyim istiyorum, kendimi yalnız olmadığım ilüzyonuna kaptırayım istiyorum.

İnsanlar her seferinde beni yüz üstü bırakıyorlar, insanlar hiç dinlemiyorlar, insanlar beni sevmiyorlar. Ben dahil.

21 Nisan 2011 Perşembe

Bana bir sen iyi gelirsin, ama sen de bana gelmezsin dedirttin bana bugün be kadın. O elektriği hissetmemiş olamazsın, o an bana baktığın an anlamamış olamazsın.

Ben senden hiçbir zaman tam olarak geçemedim, hala içimde başkası olsa da, senden başkasıyla geçemem o kişiden gibi geliyor bana.

Ah be kadın. Neden böyleyim, neden böyleyiz?

20 Nisan 2011 Çarşamba

başka şeyler üzerine yeni bir güzelleme.

Müziğin sesini sonuna kadar açıp, Bailamos gibi alakasız bir şarkı dinlerken kendimi bilmediğim bir ülkenin Akdenizimsi sahillerinde dans ederken hayal ediyorum. Her ne kadar yazı sevmesem de, yaz akşamlarını özlüyorum. Geçen senekileri de değil aslında, biteceğini bile bile bir şeyin tadını çıkarmak da zor. Hep orada kalayım mesela ben, o bilmeidğim ülkede. Havası hep öyle yumuşak, ama depresyon sıcağı da değil. Kumlardan öyle mutlu şarkılar fışkırsın, az insan olsun ama güzel insanları olsun bu yerin. Başka olsun, bambaşka olsun. 
Mesela oradayken zamanın nasıl geçtiğini unutayım. Ağaçlar olsun, upuzun ağaçlar, çocukluğumda evimizin ordaki kavak ağaçları gibi. Sonra kesmişlerdi o ağaçları. Alerjim olmasına rağmen çok ağlamıştım ağaçlar, özellikle de benim ağacım kesildiğinde. Ben çocukken ağaçlara tırmanırdım mesela, ama sadece kendi ağacımla konuşurdum. İnsanın doğduğu günde onun için ağaç dikilmesi güzel şey. O ağacı diken insan güzel bir insan. Onu kesense… neyse konumuz bu değildi. 
Zaman diyordum, orası öyle bir yer olsun ki, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeyim, birdenbire korkuyla ne kadar kendimi kaptırdığımı, nasıl meşgul bir insan olduğumu, nasıl büyüdüğümü fark etmeyeyim. Ne olursa olsun her gece deniz kıyısında ayaklarım ıslansın, zaman diye bir şey yokmuş gibi hissedeyim.
Gökyüzünü masmavi sevmem ben, çok tekdüze gelir. Bembeyaz pamuk gibi bulutlar olsun gündüzleri, ağaçların arasından görünsünler arada rüzgar estikçe. Kumlara sırt üstü uzanıp bulutların geçişini izleyeyim. Saçlarımın kum olmasını umursamayayım mesela, sonra gitmek zorunda olduğum bir yer, karşısında düzgün görünmek zorunda olduğum insanlar olmasın. 
Tatilim gelmiş benim, biliyorum. Ama şimdi öyle bir yer yok, onu da kabul etmek lazım. Asla öyle bir bir şey yapmama zorunluluğu olmayacak. Hep zorunda olacağım, içinde “zor” geçen her kavram gibi sevimsiz bir durum işte. 
Başka Türlü Bir Şey dinliyordum bu gece, tam da öyle işte. Başka Türlü Bir Şey olmalı diyorum kendime, başka türlü bir yer, tamamen farklı, tamamen yeni. Yok değil mi? 
Benden başka kendini dünyada kısılı kalmış gibi hisseden yok mu? Birine anlatmıştım ben bunu yazın, aslında birilerine. Beni çok da tanımayan insanlara, o kadar sarhoş olmuştum ki, o halimle açıklamaya çalışmıştım bazen gökyüzünün o kadar yüksek olmasının bile zoruma gittiğini, aradaki boşlukta bulunamamanın, insan olarak bu kadar sınırlı ve kısıtlanmış olmanın nasıl canımı sıktığını anlatmaya çalışmıştım. Çok abartıyorsun sen demişlerdi bana, mutsuz olman için neden yok, kendi kendini mutsuz ediyorsun demişlerdi. 
Daha ne isteyelim ki, yuvarlanıp gidiyoruz, çok da kötü değil gibi söz kümelerini her duyduğumda nasıl diken diken olduğumu anlatmamıştım bunun üzerine. Hani o reklamlar var ya, DAHA FAZLASINI İSTE diye bas bas bağıran, madem o kadar bilinçaltına işlemiş insanların, madem herkes sonucuna bakmadan tüketim derdinde, neden bu diğer şeylere yansımıyor? O kadar gerildim ki çeşitli sebeplerden, bir kez daha şu yukarıdaki cümlelerden birini söyleyen biri olursa bana ciddi ciddi, bu sefer patlayabilirim. 
Kendi kendini mutsuz etmek meselesine artık girmiyorum bile. İnsanlara mutsuzluğun değil, mutluluğun sebep gerektirdiğini, sebepsiz olmanın ille de kötü bir şey olmadığını hatta yeri geldiğinde insanı motive eden bir şey bile olabileceğini anlatamadım bir türlü ben.
Bilmiyorum, bazen cidden sorun bende galiba diye düşünüyorum, insanlara kendimi anlatamıyorum ya da ne bileyim, anlatmak istediklerim gerçekten saçma şeyler belki de. Benim gerçekliğim yanlış, belki gerçekten ben hep tersinden bakıyorum olaylara. Bilmiyorum. 
Ağaçlar, sahiller diyordum değil mi? Ağaçlar ve deniz bazı insanlardan daha iyi dinliyor insanı ihtiyacın olduğunda. 
Yoksa hep aynı şeyi papağan gibi tekrar ediyormuşum, insanları rahatsız ediyormuşum gibi geliyor. Mutsuzum dediğimde, bana nasıl mutlu olacağımı anlatmalarını istemiyorum ben, üzülmelerini de, geçer demelerini de. Mutsuzluk yeri geldiğinde Bailamos dinleyip kahkahalar atarken de yaşanabilir. O kadar korkutucu bir şey de değil yani, ille de yok edilmesi gerekmiyor. Öbür türlü sen problemli insan, karşındaki de sana katlanan kişi oluyor. Ve ben rahatsız oluyorum.
Bambaşka bir gerçeklik bulmayacağım sürece sahil falan da istemiyorum aslında. Başka bir şeyler istiyorum, bambaşka şeyler, ama bulamıyorum.

17 Nisan 2011 Pazar

iyiyim, iyiceyim.

İyiyim ben bu aralar, iyiceyim. Orta halliden iyice. Küçük şeylerden mutluyum, kafam bomboş, ruhum da. Ne merak ediyorum artık, ne bekliyorum, ne çabalıyorum. Okuluma gidip, derslerime çalışıyorum, kalabalıklar içinde duruyorum elimden geldiğince, kendime istediğim her kitabı alıyorum, istediğim tüm filmleri izleyip kafama göre müzik dinliyorum uzaklaşmak istediğimde.

Aslında sürekli müzik dinliyorum, ses olsun diye. Aynı şarkıyı 20 kez üst üste dinleyip fark etmiyorum bile çaldığını. İçimde sürekli bir boşluk var. Ne yemekle, ne uykuyla, ne eğlenceyle doluyor şu anda. Yalnızlık boşluğu o, biliyorum. Ne zaman artık canım acıyacak kadar yoruluyorum, o zaman hissetmiyorum o boşluğu. O zaman aklımın ucundan bile geçmiyor bazı kişiler.

Çok güzel bir günün sonunda keşke o da yanımda olsaydı - bu aralar, keşke ona anlatabilseydime dönüştü gerçi - demek gibi bir şey. Sık sık ve her zamankinden kolay sarhoş olmak gibi. Bu sefer cidden hayatın nasıl bir yön alacağını bilmemek gibi.

Ama dedim ya, iyiceyim ben bu aralar aslında. Yüzüm sıklıkla gülüyor. Alıştım yine kendi sıkıntıma. Bir başkası seni severken kendini sevmek daha kolaymış aslında. Aynaya baktığımda ilk gördüğüm mor gözaltlarım oluyor benim. Zaten beni neden ve nasıl sevebildiğini hiç anlayamamıştım ya, neyse. Yine de kendimi sevmeye çalışıyorum ben, aynaya bakıp gülümsüyorum kendime, bazen sırıtıyor o ifade yüzümde, eğreti duruyor ama benden başka fark edenini henüz görmedim.

İnsanlara gelince, insanlar hala aynı insanlar. Bazıları bilmeden çok iyi geliyorlar bana, hiçbir şey yapmasalar bile, nefes aldıklarını bilmek yetiyor. Bazı insanlar da yine bilmeden yıkıp geçiyorlar, ne zaman etraflarında olsam kırılıyorum, dayanamıyorum. İnsanlar hep aynı insanlar. Ben hep aynı ben.

Kendimden çok başka insanların sıkıntılarına odaklanıyorum, başka insanların mutluluklarına seviniyor, daha büyük şeyler için çalışıyorum. Kendi sorunlarım çözümü mümkün olmayan, zamana bırakılması gereken şeyler, biliyorum. Ondan susuyorum.

İnsanlar çok gürültülü geliyor yalnız bana. Herkes bağırıp çağırıyor, herkes bir şeyler istiyor, herkes ne istediğini biliyor, herkes, benden başka herkes istediği bir şeye ulaşmak için debeleniyor sanki. Bense tak başıma bir aptal, ne yapacağını, ne istediğini bilmez bir şekilde öyle vakit geçiriyorum. Hem her şeyi kaçırıyorum gibi geliyor hem de fazla içerisindeyim gibi hayatın. Deliriyorum bazen. Bekleyemiyorum. Sonunda her şeyin güzel olacağından emin olmak istiyorum.

Ama diyorum ya, iyiceyim. İyice olduğum halim buysa, diğer halimi görmeyin diyorum içimden. Kimse görmesin. Göremez zaten. Görebilecek tek insan da zaten öyle bir seçeneği benim için tamamen yok etti. Bir daha sanmıyorum ki ben kimseye o kadar bağlanabileyim. Değmez gibi geliyor. Hayatımda ilk kez korkularından yaşayamayan insanları anlıyorum.

Zaman, zaman, zaman, zaman, zaman. Çok hızlı geçiyor aslında. Ama yine de yavaş. Yapacak bir şeyi olmayan insan için, beklediği bir şey olmayan bir insan için, zaman çok anlamsız bir kavram. Ben anlamsızlığı hatırlıyorum şimdi, öğreniyorum demiyorum, hani çok da bilmediğim şeyler değildi zaten bunlar bana. Ama istemiyordum geri dönmek, yalnız kalmak istemiyordum.

İyiceyim ben bu aralar. Yalnız bazen duruyorum, yeterince yalnız kalmadım mı ben diye soruyorum kendime. Cevap da vermiyorum artık, nasılsa ne cevap verirsem vereyim değişecek bir şey yok. Sadece ben varım. Anlatabildiğim ve anlatamadığım şeyler var. Yazmak ve yazamamak var, kendi yazdıklarımın bana iğrelti gelmesi var, sesimi kaybetmek var. Bunları yazarken bile kahretsin çok ergen oldum, hele o kahretsin lafı, tam dublaj türkçesi oldum demek var. Başkalarının düşüncelerini fazlasıyla umursamaya geri dönmek var.

Ama iyiceyim. İyiyim. Kendime bunu ne kadar çok tekrarlarsam, o kadar iyi olacağıma inandım ben. Onun için iyiyim.

İyiceyim.

21 Mart 2011 Pazartesi

birkaç şey.

Ne olursa olsun. Sonsuza dek.

Bir daha inanabileceğimi sanmadığım iki kelime.

Özlemek.

Bir daha yapmak istemediğim şey.

Güvenmek.

Bir daha yapmaktan korktuğum şey.

Bugün iyi değilim ben. Hem de hiç.

15 Mart 2011 Salı

yazık.

Onun hakkında iyi şeyler düşünmek istiyorsun, iyi şeyler dilemek. Ama olmuyor.

Her şey yolundaymış gibi davranıp inadına gülümsüyorsun, hatta anısı olan şeylerden kaçmayı bile bırakıyorsun. İnsanlar geçtiğini sanıyor. Aslında acıdan kaçmaktan yorulduğunu bilmiyorlar. Elinden gelse günlerce ağlayacağını, yorganın altında saklanacağını bilmiyorlar.

En basit, gündelik işlerin bile bu kadar zor olabileceğini sen de bilmiyordun gerçi.

Durup durup kendine kızıyorsun daha güçlü olamadığın için, onu unutamadığın için; kendine, ona ve hayata bu denli kızgın ve kırgın olduğun için. Ama geçmiyor. Bu gerizekalı salak acı geçmiyor. İçindeki mantıklı ve olgun insan sana her şeyin geçeceğini, hiçkimsenin hiçkimse için her şey olamayacağını söylese de, içinde salak bir şey buna inanmıyor. Acı çekiyorsun, acı çekmenin seni daha çok seven taraf olduğuna inanıyorsun, ayşegül'ün de dediği gibi, daha çok acı çekmekle böbürleniyorsun belki de.

Zaman geçmiyor değil, geçiyor, hem de nasıl. Asıl sorun, sen zamandan apayrı bir ritimle geçiriyorsun saatleri, günleri. Bazen üç beş gün geridesin, bazen aylarca ileride. Sadece şu anda bulunamıyorsun, şu anda çok canın yanıyor çünkü, sürekli hayal kuruyorsun, rüyalarda yaşıyorsun, paralel evreninde, çünkü bu evrende her şey çok sert, çok soğuk ve çok korkunç.

Küfür küfür üstüne, yapılmayan şeyler birikirken sen ne yapman gerektiğini bilmeden kalakalıyorsun.

Yazık.

28 Şubat 2011 Pazartesi

Salak uyuşukluk evresini geçtim, kızgınım artık herkese ve her şeye. Ama anlatılır gibi değil, içimde öfkeden bir top var sanki.

Eğer o doğru kişiyse ne olursa olsun yine bir araya gelirsiniz, sonunda beraber olursunuz diyorlar. Ben de dedim daha önce. Kaç arkadaş yatıştırdım ayrılıklardan sonra. Özür dilerim. Beni yatıştırmak için uğraşan herkese sinirleniyorum çünkü şu anda. En çok da kendime. Bir türlü kendime gelemediğim için, birine gereğinden fazla güvendiğim için, hala salak salak belki bir gün diyebildiğim için.

Ne var biliyor musun? Eğer o kişi doğru kişiyse zaten bırakıp gitmez. Yanlış yer, yanlış zaman, dayanır, katlanır, yine de seni bırakmaz. İnanır. En az senin ona tutunduğun kadar o da sana tutunur. Bir anda seni her şeyi sorgulayan bir halde kendi başına bırakmaz. Belki bir gün demek, belki ilk anda hissettiğin büyük acıyı yatıştırır, ama o kadar. Belki bir gün, büyük ihtimalle hiç olmayacak bir şeye umut bağlayarak kendine işkence etmektir.

Ona, ya da hayata değil öfkem. Kendime. Bu kadar canımın yanmasına izin verdiğim için, daha güçlü olamadığım için kendime kızıyorum.

Bu salak kafa ne zaman öğrenecek onu merak ediyorum.

İnsanlar sadece insanlar. Onlardan çok şey beklememek lazım. Birinin senin için her şey olmasına izin vermemek, söylenenlere çok inanmamak lazım. Sadece sevgililerden bahsetmiyorum. Ailelerden, arkadaşlardan, hatta kendimden bahsediyorum. Kendime verdiğim sözleri kaç kez tutmadığımı ben biliyorum. Başkasından aynı şeyi beklemek, belki de aptallık. Daha kaç kez birileri bana ispatlamak zorunda bunu, işte onu bilmiyorum.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Normalde dinlediğimde bile beni öldüren şarkıları şu anda belki de zaten o ruh halinde olduğumdan hiç durmadan dinleyebiliyorum. Uyku ve yemek gibi temel ihtiyaçlardan kurtuldum. Ne uyuyorum, ne de acıkıyorum artık.

Ayaklarım çok üşüyor, sürekli.

Ara ara korku doluyor içime. Öyle böyle değil hem de. Zaman beni korkutuyor şu anda. Hayat da. İnsanlar da.

Kitap okumaya çalışıyorum ama Kürk Mantolu Madonna çok da iyi bir seçim değilmiş galiba. Konu itibariyle sonlarda beni feci dağıtacak. Ve evet her zamanki gibi sonunu okudum önce. Önemli olan ne olacağı değil, oraya nasıl varılacağı. Çünkü sonuçta hepimiz en sonda ölüyoruz. Hani orijinal bir son mümkün değil ki.

Son bir yılda Merve'ye ne kadar kızdıysam, kırıldıysam, son iki günde kendini kat kat affettirdi. Benim ne kadar kötü bir durumda olacağımı, aklımdan geçebilecek binlerce düşünceyi ve deliliği bir tek o tahmin etti belki de, ya da açık açık söyleme cesaretine sahip olan bir tek oydu. Bilmiyorum. Çok farklıyız belki, belki ortak zevklerimiz git gide azaldı yıllar içerisinde. Ama birbirimizi tanıyoruz. Önemli olan o.

Yine de nefes alamadığımı hissediyorum arada.

Sadece zaman geçsin istiyorum, olabildiğince hızlı bir şekilde.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Etki - Tepki

Acıdan önümü göremez bir haldeyken bile şu anda, bir anlık bir sakinliğe erişebildiğimde biliyorum ki, biz aslında bitirerek yeni bir şeye başladık. Etki - tepki olayı hepsi. Başlamamız, beraberinde birbirimizin hayatını kalıcı bir şekilde değiştirmemizi getirmişti. Bitirmemiz de, hayatımızla ilgili önemli kararlar almada, yayıla yayıla, kelebek etkisi türünde bir şeyler yaratacak, biliyorum.

Bitti, ama bitmedi aslında bu nedenle. Hayatına giren her insanın, hele de senin için böylesine önemli olmuşsa o kişi, etkileri bir anda kesilemez. Onun için, bakalım neler olacak. Dalga dalga ne gibi etkileri olacak hayatımda. Öncelikle, kendime geri dönmem lazım biraz. Çok klişe ama annem o konuda haklı. Kendimi iyi hissettirecek şeyler yapmaktan başka bir çarem yok, tek istediğim bütün gün yorganın altında saklanıp ağlamak olsa da.

Ama her şey yoluna girecek. Öyle ya da böyle. Bir şekilde her şey yoluna girecek.

11 Şubat 2011 Cuma

Sevgili Bunalım,

Merhaba, ne zamandır bu kadar yoğun bir muhabbete girmemiştik seninle. Bana zihnimin hala ne kadar bulanık, hala ne kadar tehlikeli bir yer olduğunu hatırlattığın için sana teşekkür etmek isterdim, ama daha çok soyuna sopuna küfredesim var, beni affet.

Son bir haftadır ağzıma sıçtın resmen. Bizimkilere söylemesem de şu aptal hastalığın da asıl nedeninin sen olduğunu biliyorum. Vücudum üzüntüden ve kaygıdan her zamanki gibi kendini korumayı bırakmış durumda. Geçen sene bu zamanlarda yine aynı şeyleri yaşıyordum ben işte, oradan o kadar tanıdık ki bu seferki bunalım, aslında çok ciddiye bile alamıyorum.

Geçen girdimde yazdığım, hayalsiz olmuyor görüşümü de yumuşatmaya karar erdim. En azından kısa bir süre için sadece şimdide yaşamam lazım. Beklenti ve hayallerimi olabildiğince azaltarak. Tamamen risk yönetimi ile ilgili bir durum aslında bu. Sona yaklaşıyorsak, yaklaşıyoruzdur. Ben elimden geleni yapıyorum, bunalım, ama geri dönüp, yazın başından beri tuttuğum defterleri okuyunca bir şeyi hatırladım. Hiç kimse ve hiçbir şey vazgeçilmez değil. Bunalım benim bir parçam belki, belki hiçbir zaman düzelemeyeceğim. Ama sonuçta, ölmedim, ölmüyorum, ölmeyeceğim. Devam etmenin bir yolunu her zaman için elbet bulacağım.

Deli gibi canım yansa da, zaman zaman önümü göremez olsam da, ne çıkar. Bunu yaşayan ilk insan ben değilim sonuçta, son da olmayacağım.

Yalnızca, daha mutlu olabilmeyi isterdim. En azından bunu hak ettiğimi düşünmüştüm, ne bileyim.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Bazı şeyleri bilmek mi daha iyi, bilmemek mi? Hayaller kurmak mı, yoksa hiç hayal kurmayı denememek bile mi? Hayal kurmazsan, hayallerin olmazsa, hayal kırıklıkların da olamaz. Ama şöyle de bir şey var. Ben hayal kurmamayı denedim. Bütün bir yılımı, hayata dair tüm beklentilerimi sıfırlamaya çalışarak geçirdim. Acı çekmemek için. Kendimi ruhen öldürmek istedim ki hissetmeyeyim.

Sonra birdenbire kendime binbir zorlukla kabul ettirdiğim bu yeni yaşam şeklim yıkıldı. Duvarlarım yıkıldı, hayaller yeniden, cılız da olsa canlanıverdi. İstemedim önce. Acısını biliyordum çünkü kırılmanın, kaybetmenin.

Bazı günler var, her zamankinden daha dayanıksız oluyorum. Ne yaparsam yapayım, güçlü olamıyorum istediğim şekilde, ne yaparsam yapayım gözlerim doluyor en ufak şeyde. Bazen nedensiz oluyor, bazen de, bugünkü gibi, hayat bir anda önüme duvar gibi dikilince acımdan geliyor yaşlar.

"Sometimes it seems to me that life is nothing but a heartache, from the beginning to the end. We just keep getting heart broken until it breaks down for good."

Çok pis ergen bakışına sahibimdir bazen, kelime oyunlarını da severim.

4 Şubat 2011 Cuma

Ne olduğunu tam olarak anlayamadığım bir şeyler oluyor. Hiç hoşuma gitmeyen şeyler. Hem de hiç.

23 Ocak 2011 Pazar

büyüdük.

Küçücüktüm ufacıktım, yazlıkta en küçük çocuktum, oyunlara alınmazdım, yalnızdım. Sonra karşımızdaki eve bir aile taşındı, küçük kızları benden sadece bir yaş küçüktü. Mucize gibi, resmen arkadaş gelmişti bana.

Hayatımda hiç kimseyle onunla ettiğim kadar kavga etmedim, küsmedim. Ama kimseyle de o kadar çok şey paylaşmadım, kimseyle o kadar yakın arkadaş olmadım.

En yakın arkadaşımla sevgilisi yüzük takmışlar, bugün öğrendim. Perşembe buluşup daha ayrıntılı konuşacağız.

Büyüdük galiba...

Artık evlerin arkalarında koşuşturan, başı sürekli belaya giren afacanlar değiliz.

Büyüdük.

Evlilik, stajlar, mezuniyetler, gelecek kaygısı artık konuşmalarımızın ana konuları, hoşlandığımız kişiler değil.

Büyüdük, hem de beraber büyüdük. Beraber ağladık, birbirimizin omzunda. Beraber aşk acısı çektik.

Arkadaşlık garip şey.

Yine beraber, hayatın yeni bir dönemini açıyoruz.

Beraber.

2 Ocak 2011 Pazar

acı söyledi dost.

Geçen gün bana gelip doğumgününde neler olduğunu hatırlamadığını ve bana sormaya utandığını söylemişti. Hayır, anlamıyorum cidden, en yakın arkadaşım olarak kabul ettiğim bir insan neden benden bu kadar çekinir? Doğumgününde ne oldu biliyor musun? Saatlerce ağladın. Yeni yıla beraber girdiğin ve hepsine garip bir hayranlık beslediğin o insan grubu ise seni resmen orada bırakacaktı o halde. Hatırlamaman daha iyi belki de. Ben de hatırlatmayacağım. Bir şey dersem biliyorum ki arkadaşlığınızı bozmaya çalışan kıskanç eski arkadaş durumuna düşeceğim. Ama keşke hatırlasaydın o gece sana nasıl davrandıklarını.

Benim arkadaş tanımımda, arkadaşın isterse beş yüzüncü kez aynı şeyden bahsediyor olsun yine de dinlemek vardır. Ne olursa olsun arkadaşının yanında olmak, salaklıklarına göz yummak, gerekirse katılmak vardır. Yüz üstü bırakmak, komik bir tabir ama, kitabımda yoktur. Sen şimdi yaz, yanında bu kadar sevdiğin ve seni seven bir grup insanla yeni yıla girdiğin için ne kadar mutlu olduğunu. Benim asıl merak ettiğim, bu garip hayal dünyasından sıyrıldığında ne yapacağın. Çünkü her ne kadar sana inanılmaz değer versem de, arkadaşlığımızı pek çok şeyin önüne koyup, sabretsem de, bir gün ben de yeter diyeceğim. O zaman işte yalnız kalırsan, üzülürüm, ama bir yandan da bunu sen hak etmiş olacaksın, onu bil.

İyi bir insan olmaya çalışıyorum, iyi bir insan olmak istiyorum ve genelde de iyi bir insan olduğumu düşünüyorum. Ama herkesin bir dayanma limiti var, ve ben sadece ve sadece bir insanım. Söz konusu olan duygular olduğunda, arkadaşlık olduğunda evet bazen biraz fazla naif ve salağım ama bilirsin, tersim de kötüdür. Lisede yaşadık bunu, senin yine o insanlarla bağını koparman iki üç yıl sürerken, ben neredeyse bir ay içinde her şeyi koparmıştım bile. Yalnızlık beni korkutmuyor, yalnız olmak nefret verici bir şey evet, fakat en kötüsü insanlar sana gereken değeri vermezken, senin sürekli çabalaman. Arkadaşlık tek başına olmaz. İki kişi de çaba göstermeli, bir taraf kendini bir süre sonra vazgeçilmiş hissetmemeli.

Bunu buraya yazdım ki, bir süre sonra dönüp okuduğumda şu an hissettiklerimi unutmamış olayım. Her ne kadar zor gelse de, seni silmek zorunda kalırsam, belki bir derecede vicdan rahatlaması yaşarım ne bileyim.