30 Temmuz 2010 Cuma

sonunda!

Uzaklaşmayı sonunda başardım. Sonunda hayatımda bazı şeyler istediğim yola giriyor. Sonunda cidden mutlu hissediyorum kendimi. j. sayesinde bunların hepsi, ne garip değil mi? "It's funny how it all works out". diyor, haklı. Ben ta Türkiyeden kalktım buraya bu yaz geldim ve şu an çalıştığım yere atandım. O başka bir iş bulmuş olmasına rağmen buradan haber gelince işi bırakıp gelmiş. Karşılaştık, tanıştık, ve dün gece seviştik. (öpüşme-sevişme-seks aşamaları)

Ben hiç böyle bir şey hissetmemiştim daha önce, dün gece tek kelimeyle inanılmazdı. Kendimi hiç o kadar güzel, güçlü, rahat, mutlu, ama bir yandan da ürkek, ilgiye muhtaç ve ihtiraslı hissetmemiştim. Bir şekilde bana en az benim kadar "burada" olduğunu hissettirdi, gözlerime baktıkça kendimle ilgili önyargılarım, takıntılarım aklıma bile gelmemeye başladı.

Bu yaz, nasıl desem bilmiyorum ama, galiba bir dönüm noktası oldu, oluyor.

23 Temmuz 2010 Cuma

stupidity has no bounds.

a.: *smiles to herself*
b.: what? what are you thinking?
a.: nothing.
b.: come on now, you can't just say that, not right now.
a.: okay, I was just wondering if you ever kissed a girl before.
b.: nope.

five minutes later...

a.: but why?
b.: because I don't know anybody and noone knows.
*silence*
a. :I know.
*looking into each other's eyes, faces inches apart*
b.: *turns her head* yeah... I'm just so fucking scared.
a.: you don't need to be scared. *scoots closer and wraps her arm around b.'s waist*
b.: I know. *just rests her head on a.'s shoulder while a.'s fingers make circles on her waist*

Bazen çok aşırı aptal bir korkak olabildiğimi söylemiştim sanırım. İşte kanıtı. Hayatımı bir gençlik dizisi tadında yaşıyorum, fanfiction falan değil yukardaki, bildiğin life imitating fiction. 


Neden olmasın be coni, ha neden? Sevip sevilebilirim belki de.

Sonra, "now we hug." dedi giderken de. Sonra sıkıca, uzun uzun sarıldık. Sonra gitti.

Sonra...

Bakalım.

22 Temmuz 2010 Perşembe

burning bridges.

Dün gece hiç beklemediğim şekilde gitti desem... Parti yalan oldu, konseri ben iptal ettim zaten. Ama j. geldi yine de. Biraları aldık oturduk, önce sadece ikimiz içtik, konuştuk, sonra odaya döndük, oda arkadaşım ve adaşım da katıldı bize, dördümüz içtik ama bir yandan da muhabbet ettik falan. Sonra müziklerime baktı j., Tegan and Sara sever misin ben çok severim dedi, sonra Uh Huh Her'ü gördü, inanamıyorum falan dedi, ve The L Word'ü izlemiş miydin diye sordu. Onun gay olduğunu bir şekilde biliyordum zaten, o da beni biliyordu, bunun da farkındaydım ama bu sorulardan sonra tam emin oldum aslında.

Ama asıl bomba gecenin ilerleyen saatlerinde geldi.

Odanın önüne çıktık, ben sigara içiyordum. "Okay, question." dedi, sor dedim. "So do you like guys or girls?" dedi. Gülümsedim, baktım, "Girls." dedim. "I knew it!" dedi. Sonra konuştuk, gerçekten konuştuk, bir noktada az kalsın öpüşüyor bile olabilirdik. Emin değilim, sarhoştum baya. Mi.mi'den hoşlanıyormuş. Ben de c.'yi itiraf ettim. Gülüştük, hayatın, özellikle hayatlarımızın şu anının ne kadar  garip olduğuna şaştık. Sonra odaya döndük, benim yatağıma kıvrıldık ve uyuduk.

Bu yaz düşündüğümden bile garip geçmekte aslında.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

bağlar.

Burada daha çok zaman geçirdikçe insanlarla da arkadaşlık ilişkileri kurmaya başladım doğal olarak. Çalıştığım ekibi genel olarak baya baya seviyorum, eğlenceli tipler. Saplantı için de müsait tipler var işte, bahsetmiştim. Onlardan biri de ju.li.e. Benim gibi olduğundan şiddetle şüphelendiğim biri aslında. Bugün off gününde gitmeyi düşündüğü bir festival/konserden bahsederken şaka olarak beni de götür dedim, olur dedi. Ciddi misin dedim, evet gel eğlenceli olur dedi. Yarın da o bizim otele gelecek, gece parti var, bizde kalacak. Öyle işte.

cari.na ise ayrı zaten. bugün işte görür müyüm merakıyla gittim, yok dediler, sonra gittik bir baktık orada. Yanına yaklaştık, baya bir sevindi. Dedim, bu ne mutluluk, dedi ben hep kapanış çalışırım, bugün açılış çalıştırdılar, kimseyi tanımıyorum. "I'm like, where's burcu?" dedi. Adımı doğru söyledi. "Ooh, she missed us" dedim, şakaya vurdum ben de. Sonra beni istediğim yere verdi yine çalışmam için. Neden bu kadar güzel olmak zorunda ki? Neden sonunda adımı öğrendi ki? Ben ne güzel kendimi yerden yere vurup benim farkımda bile olmadığını düşünmekteydim. Bir de özellikle benim adımı söyledi ya orada... Tayvanlıların isimleri amerikan isimleri olmasına rağmen çaba harcadı ya...

Of ben neden bu kadar salağım?

j. bana bildiğin müsaitim, kimseyle beraber değilim dedi, ve ben gittim ne dedim, evet, dedim ki ben de yalnızım ama üç ay için de kimseyle birlikte olmayı düşünmüyorum. Yalancıyım işte. Korkuyorum sadece.

Hep korkuyorum.

16 Temmuz 2010 Cuma

yokluk.

Amerika'dayım. Ucuz bir otelin en üst - üçüncü - katında odamın kapısının önüne çıktım, elimde dizüstü bilgisayarım, anahtarım ve biramla. Ayaklarım çıplak, üzerimde bir tişört ve bir şort var o kadar. Hava yaz akşamlarına yakışır bir şekilde sıcak. Yazarken en sık kullandığım orta parmaklarımdan sol olanını yakmayı, sağ olanını ise kesmeyi başardığımdan, bu satırları yazarken bir yandan hafif bir acı çekiyorum. Kulağımda kulaklıklarım takılı, Sia şu anda sadece benim için söylüyor, Breathe Me.

Aynı oksijeni soluyoruz biz arkadaşım. Arkadaşım diyorum, istemeden de olsa, başka neyimsin, neyim olabilirsin bilmiyorum. Merak ediyorum, sen de beni benim seni düşündüğüm sıklıkta aklına getiriyor musun? Ben burada yeni takıntılar bulsam da, yeni insanlarla tanışıp, bol bol içip, çok yorulup çok uyusam da seni çok özlüyorum biliyor musun? Keşke bilsen. Benim bir şey söylememe gerek kalmadan, birdenbire her şeyin farkına varsan. Olmaz ki, hayat bu, masal değil, mutlu sonla bitmemeli hiçbir hikaye.

Beni doğru düzgün - hatta hiç tanımayan biri döndü bana senin hiç sorunun yok aslında dedi. Dikkat çekmeye, farklı olmaya çalışıyorsun, her şeyi birbirine karıştırmışsın, mutlu olmaya çalışsana dedi. Hayata iyimser bak, sabah uyandığında güne umutlu başla dedi. İnsanlar hakikaten bunların öyle işe yarayabileceğini düşünüyorlar mı acaba? Hani bir sabah uyanacağım, artık sıkıldım, mutlu olayım bari diyeyim sonra da mutlu olayım. Var mı böyle bir şey, akılları alıyor mu bunun olabilirliğini? Şaka gibi yahu.

İnsanlarla tartışacak, mutlu olmanın bir hedef olmak zorunda olmadığını, mutlu olmaya çalışmadan da elindekilerle yetinmeye çalışarak, sadece günü atlatarak, boş zamanlarında kendi kendine kaldığında sadece bunalımının ortaya çıkmasına izin vererek oldukça normale yakın bir hayat yaşayabiliyorsun işte.

Bir de çok düşünüyorsun dedi bana. Çok düşünmemeye çalış. Keşke sen de olaydın buralarda be arkadaşım. O anda eminim ki dönüp birbirimize bakardık, sadece ikimizin anlayacağı küçük bir gülümsemeyle. Sonra kafamızı çevirir, göz göze gelmekten kaçınırdık, en azından ben sana bakmaya cesaret edemezdim, yakalanmış hissederdim kendimi suç üstü.

Çok özlüyorum seni çok. Nasıl geçecek, geçecek mi bilmiyorum. İçimde sadece sen varsın, hiç benim olmayan sen. Ama ben hep senindim, ve hep seninim. Hep orada ya da burada bekliyorum, bekliyordum.

Şairin sözleriyle, felaketim oldun, ağlıyorum. Hem de mütemadiyen.

13 Temmuz 2010 Salı

evlerden ırak.

Birini aklımdan çıkaramazken başka birine yer açıyorum beynimde ve kalbimde. Kendi kendime hiç bitmeyecek galiba dediğim sevgilerin bile belki de imkansızlıklarından ötürü o kadar kolay bir şekilde yerlerine başka ve yeni şeyler koyabilmem beni korkutuyor. Sarsılan inançlarım var, artık, hayatta hiç sarsılmayacak hiç tükenmeyecek bir sevgi olabileceğine dair inancım da sarsılıyor bu nedenle. Kendi kendimi yüz üstü bırakıyorum.

Dönmeme az kaldı, dönmeme değil de gerçi, işin bitmesine diyelim. Başladığı gibi son hızla bitecek bu yaz. Ben bir daha carina'yı hiçbir yerde hiçbir şekilde görmeyeceğim. Diğerlerini de. Ne garip değil mi? Bunu bilmeme rağmen inatla hoşlanıyorum kızdan. Yürüyüşü, o ciddi yüzü, kendinden emin tavırları, kıvırcık saçları, koyu teni, hafif çekik gözleri, parfümü, ses tonu, gülüşü, güldüğünde gözlerinin kocaman kocaman açılması ve çocuksu yüz ifadesi. İlginç olan, henüz tamamen duygusal ve entellektüel bir takıntıdan henüz kurtulamamışken tamamen fiziksel bir takıntı bulmuş olmam kendime. Uzaklaşmak, evet, işe yaradı ama sadece birinin yerini ötekisiyle doldurmaya çalışmamla oldu bu. Dönünce, belki bu yaz hiç yaşanmamış olacak. Bir süre sonra da belki ben ikisini de unutup gideceğim. Bilmiyorum.

Değişmeden kalan tek şey, içimdeki tutku. Birini sevmeye, birinin de beni sevmesine açım.

Canım yanıyor anne. Keşke sana anlatabiliyor olsaydım hissettiklerimi. Keşke sana sarılıp ağlaya ağlaya insanların benden nefret etmesinden ödüm patladığını, ama ne yaparsam yapayım duygularımın bir tek bu şekilde işlediğini anlatmak, aşık olduğum kızlardan sana bahsedebilmek isterdim.

Yapamıyorum.

Canım çok çok yanıyor, çünkü az bir mutluluğun bile benim için sizlerden uzak olmakla mümkün olduğunu fark ettim.

8 Temmuz 2010 Perşembe

eğlence.

Ben bugün hayatımda hiç eğlenmediğim kadar eğlendim. Üç kere rollercoaster'a bindim, serviste boğazım yırtılana kadar şarkı söyledim, yağmurda dans ettim, yağmurda su savaşı yaptım, yağmurda şampuanlandım. Otele polis çağırmışlar, düşün artık. Sonra eve geldim, duşa girdim, çıktım çorba yatım ve karnımı doyurdum, şimdi de sabahlıyorum. 7 buçukta Walmart'a gitmeyi, 10'da da annemlerle konuşmayı planlıyorum. Bir de yumurta alsam, mis gibi yumurta yesem bugün. Yarın da önce su parkına, sonra da normal eğlence parkına gidicem zaten.

Geçen gün supervisor'umla kurduğum ilk muhabbetlerden ve ona yazmaya başladığımdan bahsetmiştim ya, kadın 17 yaşında çıktı. Hala inanamıyorum. Bir insan bu kadar olgun gösteremez.

Geçen ne kadarını yazdım hatırlamıyorum ama bari en baştan anlatayım, unutmak istemiyorum burada yaşadığım hiçbir şeyi. Önce sabahtan nasılsın, yorgunum, hava çok sıcak değil mi, evet sıcak baksana güneş yanığı oldum, ben doğuştan koyu tenliyim onun için yanmıyorum vs. gibi mal bir muhabbet sonunda, beni en soğuk yere götürdü. CCF'deki neredeyse her şeyin bozulması sonunda beni oraya alıp, benden bir gün sonra işe başlamış olan Amerikalı kızı yanıma yollayacağını ve istersem kızı kasada çalıştırabileceğimi, istersem de pamuk şeker yağtırabileceğimi söyleyerek, bana kızın üzerinde yetki vererek ufak çalı bir süpriz yaşattı.

Sonra popcorn cart'tayken ben, yanıma geldi ve yağmurda orada beraber mahsur kaldık. Aynı anda aynı şarkıyı söylemeye başladık, beraber temizlik yaptık bütün gece, bana nereli olduğumu sordu, dilimle ilgili sorular sordu.

Bugünse sabahtan fazla kasiyer olması nedeniyle baya bir dolandık, sonra aynı popcorn cart'a beni yerleştirdi iki kasiyer daha varken, molamı vermeye geldiğinde de bak bu sefer seni unutmadım dedi - geçen sefer molamı ve beni unutmuştu da. Kasamı kitlemeye yanımda geldi, bu gece ride night, kalacak mısın dedi, sanmıyorum yarın öbür gün boşum o zaman zaten gelicem dedim, ben gelicem dedi, Mimi gelmemi istiyor dedi, ben de Perşembe boşum, college visitation'um var dedi.

Dedim heralde mezunlar toplantısı falan.

Hangi college dedim, buluşma falan değil de, okullar hakkında bilgi almak için dedi. Ben hala lisedeyim dedi. Kaç yaşındasın dedim, dayanamadım, 17 dedi. Kaldım öyle. Aman tanrım ciddi misin dedim, ciddiymiş. Vay canına.

Akşam da yanıma uğradı yine Sidetrack Soda'dayken. bişiler dedi, adımı söyledi. Dedim, az önce bana ne dedin, adını yanlış söylüyorum değil mi dedi, okumaya çalıştı, acı çekti resmen. Güldüm, doğrusunu söyledim, benzer bir şey söyletmeyi başardım. Sonra arkadaşlarım gelince, bunlar benim arkadaşlarım dedim, saklamadım hiç. O da ben arkadayım dedi, gitti.

Çıkışta bir daha gördüm, en son çıkışta. Önce merhabalaştık, sonra dayanamadım, fence'in öbür tarafından dedim sen bu gece gelmiyor muydun diye,yok dedi yorgunum eve gidicem sadece. Pekala dedim, sonra görüşürüz, ve süper eğlenceli bir geceye adım attım. Öyle işte.

Az önce b.'ye yazdım msnde. Süper kısa garip bir konuşma geçti aramızda.

Deliriciim. Birine ihtiyacım var. Sevebileceğim ve beni sevebilecek birine.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

obsesyon.

Nasıl bir beynim varsa artık, kendine zaman geçirecek takıntılar yaratmadan duramıyor. Bu takıntılar da nedense hep insanlar oluyor. Bazı kadınlar. Hayatıma girdikleri anda a ne güzel kadın diyorum mesela, sonra bir iki kez bana insan olduklarını göstersinler, ya da gözümde bir şekilde değer kazansınlar, orada bitiyor iş. Beyin onlara sarmaya başlıyor, boş vakitlerimi kafamdaki kadınlar ve bölünmüş, parçalanmış benliklerim arasında paylaştırıyorum.

Burada bir supervisor'ım var. Kendisi son kurbanı oldu resmen bu hasta ruhun. Bugün aynı anda aynı şarkıyı söylemeye başladık temizlik yaparken, güldük falan. Böyle basit şeyler aslında paylaştıklarım, ama bu kadının hakikaten garip bir şekilde delicesine çekici olmasına engel değil.

Bir de tabi artık resmen kontrolden çıkan hormonlarım var elimizde. Yıllardır yalnızım, hadi onu da geçtim, gerçekten istediğim türde bir ilişkim hiç olmadı benim. Burada bile saklamak zorunda hissediyorum cinsel kimliğimi, bari diyorum en azından işte yapmasam, onu da ben beceremiyorum galiba. Yalan söylemek her zaman daha kolayıma geliyor, ama bir yandan da inanılmaz zoruma gidiyor.

Neredeyse her gece bir sigara yakıyorum artık. Ne yorgunluk kalıyor ne başka bir şey. Biliyorum, zararı kendime, ve biliyorum, annemle bunu tartışmaktansa bırakmak bile daha kolayıma gelebilir, ama şu anda yaşadığım yorgunluk, açlık, bunalım, stres ve hasret seviyelerine bir tek bu zehir iyi geliyor, ya da iyi geldiğine inandırmak istiyorum kendimi en azından. İçki alabiliyor olsaydım, büyük ihtimalle alkolik dönerdim eve. Heyhat, alamıyorum. Onun yerine tiryaki olacağız galiba bu gidişle.

Bir yandan istemiyorum içmeyi, kendi hayatıma zarar verdiğimin çok feci farkındayım. Ama bir yandan da banane be diyor içimden bir ses. Hayat benim hayatım değil mi? Bırak nasıl zarar vereceğime kendim karar vereyim, zarar verip vermeyeceğime de. Nasılsa her türlü bir gün ölüp gideceğim. Bari istediklerimi yapmış olayım.

Öyle şeyler işte blog. Fazla takmaya gelmeyecek şeyler yaşıyorum, sıkılmıyorum - daha doğrusu bunalmıyorum ama deliler gibi de yoruluyorum. Yorulmaktan da düşünemiyorum işte. En ufak bunaltı belirtisinde yanımda en yakın dostum içkim sigaram oluyor, o da bana yetiyor.

Oda arkadaşı durumu var bir de. Sevmiyorum aslında biriyle birlikte kalmayı ama odayı da her şeyden çok otel gibi kullandığımız için, günlük muhabbetlerden öteye gitmediğimiz sürece iyiyiz.

Yani en azından olmaya çabalıyoruz.

O da bir şeydir, değil mi?

1 Temmuz 2010 Perşembe

sigara.

Az önce içtiğim sigara, bütün sıkıntılarıma gelsin. Her ne kadar gün içerisinde sıkıntılar gelmese de aklıma, deliler gibi yorulsam da, bazen rüyalarımda, bazen de böyle ev geldikten sonra, tam da dinlenmem gereken zamanlarda aklımda sadece onlar oluyor. Sıkılmıyorum aslında, ama sıkıntıların kalıntıları, temelleri hala orada bir yerde, içimde. Ben hala aynı benim, bir yandan sürekli değişiyorum aslında, ortama uyum sağlıyorum bukalemun misali, ama yine de temeller hiç değişmiyor.

Kendimi boşlukta hissetmek, yerimi bilmemek delirtiyordu beni, bir de hapsolmuşluk. Şu anda olabildiğince özgürüm ama hala bir yere ait değilim. Ait olabileceğimi de sanmıyorum. Bir yer, bir şey normal hale geldiği anda beni boğmaya başlıyor, yapamıyorum. Henüz o hale gelmedi burası, ama gelecek biliyorum. Merak etmeden duramıyorum, acaba bir gün durup da, evet işte burasıymış, hep burayı aramışım işte sonunda buldum, diyecek miyim?

Aradığım yer, aslında bir kişinin yanı mı ya da? O kişi benim istediğim kişi mi, yoksa gerçekten de henüz çok mu başındayım hayatın da daha önümde bir dolu kişi mi var? İki insan gerçekten aynı anda birbirlerine karşı aynı hisleri besleyebilir mi? İnsanlar anlayışlı olabilir mi?

İnsanlar - hatta onları da geçtim, ben sevebilir miyim gerçekten? Hiç kimseye ve hiçbir şeye tam olarak güvenemezken, sadece bir insana güvenmeyi bu kadar istemem bunun olabileceği anlamına gelir mi?

O kadar çok soru var ki peşimden buraya kadar gelen. Yalnız bir soru var, cevabından eminim. O sorunun cevabı ki, yıllardır hayatımı cehenneme çeviriyor. Keşke değilim diyebilsem, keşke başka bir insan olabilsem. Ben her ne kadar sevsem de kendimi, insanların bana sadece benim hakkımda bir ayrıntı yüzünden aynı sevgiyi göstermeyeceğini bilmek bana koyuyor. İnsanların tepkilerini görüyorum, biliyorum. O tepkiler canımı hala yakıyor, hep yakıyor.

O tepkiler yüzündendir ki ona söyleyemiyorum. Şansımı denemeyi bırak, sadece dürüst olmaktan bile korkuyorum.

Evden bir okyanus ötede kendi başıma yaşamaktan korkmuyorken, tutup da iki kelimelik cümlelerden korkmam da ayrı bir üzücü.

Neyse, bir saat kadar oyalanıp annemleri arayayım ben, yarın da Chicago'ya gidilecek zaten gezmeye. Meşgul olduğum sürece, beynimi kontrol edebilirim. Kontrol edemediğim tek şey, duygularım. Bir fotoğrafla bile dünyamı baştan alt üst edebilen o duygularım.