30 Kasım 2010 Salı

renkli rüyalar.

Hani hollywood filmleri gerçeklik algısını sikmekte diye bir geyik vardır ya, doğru bence. özellikle de aşk, sevgi vs. konularında. gördün beğendin, tanıştın hoşlandın, aşık oldun  ve sevdin... sonra da hadi sonsuza kadar mutlu yaşayalım. yaşayalım da, nasıl?

yüksek doz aşk alıp burda mutlu ölsek ya, diyor ya teoman renkli rüyalar oteli'nde, o hesap işte. o çok inanılmaz mutlu olduğun anlar hiçbir zaman uzun sürmüyor ki. filmler de ordan aklıma geldi zaten. kadınla adam bir araya geldikten sonrasını görmememizin nedeni de bu. asla tatmin olmamamızın da. hep o son anı bekliyoruz, sonsuz mutluluğu.

yok öyle bişi oysa ki, yok yok yok.

inişler çıkışlar var, sakin dönemler, heyecanlar, büyük mutluluklar, derin mutsuzluklar var. ama bir son yok. tek bir duyguda, tek bir durumda takılıp kalma diye bir şey yok.

27 Kasım 2010 Cumartesi

kıskanç.

ben neden böyle bir insanım diyorum bazen kendime. bir isim lan, sadece bir isim. 7 harf. o kadar. neden duyduğun anda o kadar canını yakıyor ki? neden diğerlerinin hiçbirinin adının senin üzerinde herhangi bir etkisi yokken, onun adını duyduğunda ağlamak istiyorsun?

sen sanki arkadaş değil misin eski aşklarınla? bu onu sevdiğin gerçeğini değiştirmiyor ki... ya da ne olursa olsun onu aldatmayacağını, onu her şeyden çok sevdiğini de. ama o isim... delirtiyor seni. kalbin ağzına doğru yol alıyor önce, gözlerine yaşlar batmaya başlıyor, sonra... sonra bütün vücudun öfke, utanç ve arzu karışımı bir delilikle sarsılıyor. delilik diyorum.. çünkü hakkaten delilik bu.

kıskanç olmadığını sanırdın hep. ne kadar yanılmışsın. ne kadar aptalmışsın. ve hala ne kadar aptalsın... kimseyi bu kadar sevmeye izin vermemen lazım kendine, bu kadar güvenmemelisin. kalbini kırarsa, nasıl toparlanacaksın? toparlanabilecek misin ki hiç? kurduğun hayaller o kadar kırılgan ki, duvarlarını yıkmakta o kadar zorlanırken, dünyanı başına yıkarsa ne halt edeceksin? az süre değil ayrı geçen ve geçecek olan, ve güvenmeden yürümeyecek. fazla güvenirsen de paramparça olma riskine gireceksin.

sadece arkadaşlar... sadece arkadaşlar... sadece arkadaşlar...

keşke sen de beni benim seni kıskandığımın yarısı kadar kıskansaydın. o zaman anlardın.

belki bir gün...

13 Kasım 2010 Cumartesi

hasret.

az önce üşüdüğüm için dolaptan çıkarıp aldığım eşofman üstüme onun kokusu sinmiş. ağlamak istiyorum, çok özledim. bu kadar sevdiğim ve sevildiğim için, geçen sene bu zamanlar olduğumdan çok ama çok farklı bir durumda ve ruh halinde olduğum için şanslıyım biliyorum. ama çok özlüyorum. 7 ay nasıl geçecek? onsuz ikiyüzü aşkın gece nasıl uyunur, nasıl yaşanır? nefes bile alamıyorum bazen onu özlemekten.okul, trafik, dersler, insanlar, hiçbir şey umurumda bile olmuyor, hayalet gibi yaşıyorum burada. bedenim burada evet ama ruhum binlerce kilometre uzakta, aklım hep onunla, kalbim de.

ben böylesine sevmenin mümkün olduğunu bilmezdim. birini her şeyiyle sevmek, onun için her şeyi yapabilecek olmak, onsuz bir gelecek düşünememek... şu anda onun kollarında olabilmek için neler vermezdim. şu anda onu kollarıma alıp, her şey yoluna girecek, seni her zaman seveceğim demek için.

hiç sönmeyen o ışık sensin benim için demek isterdim ona. en zor günlerimde, intihara o kadar yaklaştığım anlarda, başka türlü bir şey olmalı, yaşamak için bir neden olmalı, bir çıkış yolu olmalı dediğim günlerde aradığım o umutsun sen. hayatımı sonsuza kadar değiştirdin, bilmem farkında mısın?

sana güzelsin dediğimde, vücudunu ne kadar sevdiğimden bahsettiğimde inanmıyorsun bana bazen, şaşırıyorsun. keşke kendini benim gözlerimden görebilsen. keşke sen de sana baktığında benim hissettiklerimi hissedebilsen. dünyanın en güzel gözleri senin gözlerin, biliyor musun? masmavi, bazen gri, bazen neredeyse yeşil, bakmaya doyamadığım gözlerin. gözlerin bazen gri oluyor dediğimde şaşırman, aynaya bakıp kontrol etmen güldürmüştü beni, nasıl daha önce fark etmedin dediğimdeyse bilmem kimse gerçekten gözlerime bakmıyor ki demiştin. ben bakıyorum demiştim ben de bunun karşılığında. gözlerini seviyorum. geceleri başın göğsüme dayalı uyurken seni izlemeyi, nefes alış verişini dinlemeyi, kokunu derin derin içime çekmeyi seviyorum. dudaklarının hafif bir somurtkanlıkla aşağıya doğru kıvrılışını, yüzündeki ciddi, ama huzurlu ifadeyi seviyorum. seni uyandırmadan yanaklarına dokunmayı, saçlarını öpmeyi de. o zaman o kadar bana ait oluyorsun ki. sadece, sadece benim olmanı istiyorum bazen, belki de bencilce bir şekilde.

okul olmasın, iş olmasın, sadece biz olalım, seni sadece kendime istiyorum dedin ya bana, keşke olabilse. keşke sonsuza dek sadece seninle ve senin olabilsem. geleceğimizde tek istediğim seni hiç olmadığın kadar mutlu edebilmek. hayatımın geri kalanının her bir gününde sana seni ne kadar sevdiğimi gösterebilmek. sana şimdiye kadar istediğin her şeyi vermek istiyorum, dünyanın en mutlu insanı etmek istiyorum seni, hep güvende hisset kendini, hep sevildiğini bil istiyorum. sana seni sevdiğimi ilk söylediğimde yüzünde beliren o mutluluk gibi, sana sarılmanın nasıl bir his olduğunu unutmak istemiyorum dediğinde benim hissettiklerim gibi, nice an yaşayalım istiyorum.

bugün eşofman üstümü giydim ve yaşlar gözümden süzülmeye başladı. üzüntüden değil, seni özlemek beni üzmüyor. çok ama çok mutlu olduğumu hatırlatıyor sadece. bir an için de olsa kendimi senin yanında hissettiğim gibi, evimde hissediyorum. seni ne kadar sevdiğimi ve geleceğin ne kadar güzel olabileceğini düşünüyorum. daha yaşanmamış günleri özlüyorum.

seni seviyorum.