6 Nisan 2012 Cuma

kandırma(ca).

"Ciddi ilişki istiyorum ben. Uzun sürsün böyle, romantikliğin dibine vuralım. Aptalcana aşık olalım."

Yukarıdaki cümle kendimi bir süredir çok fena kandırmakta olduğumu göstermekte. Her şey, birinin bana karşı davranışlarının aynen benim birine yazarken davrandığım şekilde olmasını fark etmemle başladı. Deliriyor muyum diye birine danıştığımda ise aldığım cevap "Sonunda fark ettin, senin dışında herkes biliyor bu durumu" oldu. Şimdi ben ne yapayım? oydağlar.

Sorun şu. Söz konusu insana karşı (deyim yerindeyse) ben de boş değilim. Ama öyle tek gecelik bir şey yaşamak gibi bir isteğimiz yok ikimizin de. Yani bir şey olursa ahanda o başta dediğim cinsten ciddi bir ilişki olacak.

İşte onu o kadar da istediğimden emin değilim.

Daha böylesine düşünce aşamasında olan bir durumda bile aklıma gelen ilk soru "Ya o da ağzıma sıçıp giderse?". 

Sorunlarım var benim.

14 Mart 2012 Çarşamba

salla(n)ma.

Yalnızlık bir gençlik hastalığı mı diye de merak eder olmuştum. Kiminle konuşsam yalnızdı. Kalabalıklar içerisinde yalnızım, diyorlardı, diyorduk, insanlar arasında da olamıyorum, evde tek başıma da. Her şarkı, her kitap, her film ne kadar yalnız olduğumuzu hissetiriyordu bize, her seferinde leş gibi bir yalnızlık sindi üzerimize diyerek, oflar çekerek arabeskin kollarına bırakıyorduk kendimizi. Belki de büyümemiz gerekiyordu, büyümek de değişimi gerektiriyordu, değişmek ise korkutucuydu. Arabesk tanıdıktı bizim için, arabesk tüm hayatlarda bir şekilde vardı, herkesin evindeydi. Kendimizi arabeske emanet ettiğimizde gözümüz arkada kalmıyordu.

Gerçi bahsettiğimiz bu zamanlar eski zaman romanlarında yer almış olsa distopik bir dünya der geçerdik, belki de yazarın hayal gücünü yere göğe sığdıramazdık. Çağımızın dehası derdik değil mi? Eh abartmayı ne kadar da sevdiğimizi size anlatmam gerekmiyordur herhalde.

“Ama hayatın çok zor olacak”, demişti annem bana ona ilk açıldığımda mesela. Hayatım çok zor olacaktı. Oldu da, olmadı değil. Annelerin dediği çıkarmış ya hani. Gerçi bir yandan da görünen köy kılavuz istemez derler, hani açıldıktan sonra ne kadar kolay olabilir ki hayatın, açık değilken bile bir türlü yaşayamazken. Sürekli bir olamayış. Ne var ne yok sorusuna sürekli hiçbir halt olduğu yok cevabını vermemin de nedeni belki de buydu. Olamıyordum. Ben olamayınca hiçbir şey de olmuyordu işte. Ama yine de abartıydı. Ortalama bir hayattan o kadar da zor değildi hayatım.

“N’aber?” diye sormuştum başka bir kadına, aramızın nasıl olduğundan pek de emin olmadan.
“İyi işte. Senden?” başka ne cevap verebilirdi ki zaten?
“Fena değil.”
“Derse mi?”
“Evet. Sen?”
“Ben de yeni çıktım.”
“Ne güzel.”

Biz böyle kısır muhabbetler edecek insanlar mıydık? Gerçi birbirimizi ne kadar tanıyorduk ki? Bir yandan da hayatımda en fazla yakınlaştığım insanlardan biriydi. Fiziksel olarak. Tanışıklığın yerini tutamıyordu değil mi? Aynı olmuyordu. Bir arkadaşlık daha başlamadan mahvedilebiliyordu.

“Özledim be.”
“Ben de.”

Beni istemeyeni ne özleyecektim aslında. Hiç ama.

“Bir şeyler yapsak ya.”
“Yaparız.”

Aha. O cevap var ya, hayır denilse daha dürüst olurdu en azından.

“Ben artık gideyim. Ders başlayacak.”
“Pekala.”

Her şeye de eyvallah derdim zaten. Yine dedim. Biraz daha dişli olabileydim. Olamadım. Kalktım ben de, sınıfa gittim. Derslerden Almanca, günlerden bir başka “ders iptal olmadı mı, neden olmuyor ki” günü. Ben ne kadar eşcinsel ve kadınsam hoca da o kadar homofobik ve anti-feminist.

“Ben korkardım feministlerden” demişti hoca, atkısını boynuna atarak, “bir keresinde vapurda yer vermiştim de bana kızmıştı bir tanesi. Neden sen otururken kalkıp bana yer veriyorsun ki, diye sormuştu. Ne farkımız var ki, demişti, olur mu öyle şey çocuklar, fark elbette ki vardır. İşin tadı o farklarda. Kadın dediğin, incedir, zariftir, erkek ona yardımcı olur, kadına saygısından ama onu küçük gördüğünden değil.”

Derin nefes al, ellerini sımsıkı yumruk yap, başka şeyler düşün, sesini çıkarma. Kaç yaşında adam, sen karşı çıksan bile fikri değişmeyecek. Şu anda sınıfta azınlıktasın. Mantıklı ol, mantıklı ol, mant…

“Bu adamın bir de sözü vardır, erkek odaya girene kadar kadın yoktur der. Kadının karakterini erkek belirler yani.”
“Hocam ama başka bir türlü bakarsak duruma, erkek odaya girene kadar o odada cinsiyet söz konusu değildir, kadınlar bir odada otururken biz kadınız gibi bir ibareye gerek duymuyorlardır. Erkek girince oda cinsiyetlenir.”

Gerizekalı. Aldın mı başına belayı. Cinsiyetlenen odalar. Hoca bir başka monologa başlarken, oturup “cinsiyetlenen odalar” diye bir şeyler yazsam mı acaba diye düşünmüştüm, arada bir hocaya bakıp gülümseyip başımı sallayarak. Uzatmaya gerek yok. Bazı durumlarda kazanmanın yolu yok işte. Bazen bırakmak lazım.

Sallama.

Konuşmayanları sallama. İleri geri konuşanları sallama. Dedikoduları sallama.
Bir kere de dinlesem ya kendi sözlerimi.

25 Şubat 2012 Cumartesi

bazı insanlar.

Bazı insanların sadece benimle olmalarını değil, benimle oldukları sürece benim istediğim gibi olmalarını da istemem ve hatta bunun bir beklenti haline gelmiş olması hiç mantıklı değil, farkındayım.

Hayatımın ilk tek gecelik ilişkisini yaşamış olmam da vatana millete hayırlı olsun o zaman.

***

Saçmaladığıma bakma blog, sinirlerim çok bozuk. Önlerini alamıyorum hatta.

9 Ocak 2012 Pazartesi

rebound.

Benimle birlikte olmak istemesinin tek nedeni eski sevgilisini unutmak. Tam bir rebound durumu yani. Ben ne yapıyorum, ne istiyorum, ne istediğimi biliyor muyum gibi soruları geçtim, kırık kalpleri onarma enstitüsü gibi çalışmaya tam olarak ne zaman başladım en çok onu merak ediyorum aslında.

Aramızda geçen en hakiki, en gerçek duygusal konuşma kafamda uyarı zillerinin çalmasına da neden olan bir konuşma oldu. Ben bu senaryoyu daha önce oynadım. Stop me if you've already heard this one before, ya da k.übra'nın da dediği gibi, biliyorsan anlatmayayım durumları. Kafam karışık aslında, belki de söyleyebileceğim tek şey bu. Kafam karışık, çünkü taş gibi bir hatun söz konusu olan, 6-7 aydır bir şekilde aklımda olan, istediğim, ilk bakışta etkilendiğim birisi. Ama aynı zamanda bana duygusal anlamda aradığım türden bir ilişkiyi - her ne kadar tam olarak ne aradığımı ben de bilemesem de henüz - verebilecek biri değil. Şu anda değil en azından. Ama diğer yandan ilk tanıştığımızda aramızda bir şeyler olabilirmiş, o zaman olmaması belki de - hani kadercilik oynar ya insan bazen elinde olmadan - böyle olması gerektiği içindi. Belki de o gece tanışmamızın nedeni bir gün ihtiyacı olduğu bir anda hayatına yeniden girmem ve ona yardımcı olmam gerektiğini gösteriyordu.

Aslında bir halt bildiğim yok bu konuda. Demek istediğim, tamam, başka insanların bana ihtiyaç duymasını, insanları iyileştirmeyi, insanlara yardım etmeyi seviyorum, bazen hatta hayatlarında bir farklılık yaratmış olabilmeyi de. Ama bazen dönüp ya ben diye sorasım geliyor. Süpermen kompleksi midir nedir bu yani? Neden bir kez olsun şöyle adam gibi sakin kafayla normal bir insana aşık olmuyorum ki ben? Neden ya da karşımdaki kişi iyileştirmiyor beni bir kez olsun?

Belki de bir kez olsun siktir et demek lazım. Taş gibi hatun, resmen beni istiyor. E daha ne?
(Ama dahası da olaydı, iyiydi.)

31 Aralık 2011 Cumartesi

kova.

Uykum yok mu? Aslında var. Ama uyuyasım yok bu gece. İçimde çok garip bir his var, bütün hisler bir araya gelmiş de bayram ediyorlar gibi sanki. Aynı anda hem umutlu hem de umutsuzum mesela. Ama olsun. Belki de yeni yıla özgüdür bunların hepsi, kim bilir?

Anlamadığım şeyler var hayatımda. Mesela benim için gün be gün açık bir şekilde kötü olan bir insanı deliler gibi istiyorum. Neden? Ben de bilmiyorum. Çok self-destructive bir durum aslında.

Ne var biliyor musun blog? Ben aşık olmayı özledim. Durduk yere kendi kendime gülümsemeyi, birini sürekli düşünmeyi, düşündüğüm kişinin beni mutlu etmesini falan özledim işte. Ama kimse yok ki bana böyle hissettiren. Belki de insanın hayatta bir kere çıkıyordur karşısına öylesi, kim bilir?

Ben bilmiyorum o kesin.

Ama istiyorum da.

14 Aralık 2011 Çarşamba

(b)eşik.

Uyku eşiğini geçmeyi, hatta geçmeyi de değil, direkt kırmayı seviyorum. Belli bir saate kadar sürekli esneyerek, yorgun oturan ben, bu saati geçmeyi başarınca baya bay ayık kafaya ulaşabiliyorum işte. Bu gece bu güzel kafamla da oturup felsefe peypırımı yazıyorum mesela, bugün çeviri de yapmıştım, e bir de vakit kalırsa bir sayfalık ufak bir çevirim daha var ya ona bakarım ya da teori dersi sunumuma başlarım. Saat şu anda sabahın dört buçuğu ve benim yarın (bugün) ilk dersim tee sabah 10'da. Yarın (bugün) dersler bittikten sonra ise yapacağım tek şey eve gidip uyumak olacak, hem de yıllardır uyumuyormuşum gibi. Oh, mis. Uykusuz geçen uzun sürelerden sonra uyunan o mükemmel uykuyu istiyorum işte ben ya.

Neyse. Gidip peypırımı bitireyim o zaman ben, henüz 1/6 oranında tamamlanmış olsa da kendisi, en fazla 6 sayfa olsun dediğine göre, ben 5 sayfa yazsam da yeter bence. Evet.

27 Kasım 2011 Pazar

gün.

Bazı günler sadece hayatta kalmak bile yeterince zor ve yorucu.