22 Eylül 2010 Çarşamba

gelecek kaygısı.

Çok fena arada kaldım. Geleceğimi düşünmeye başladım, sonuçta en kötü ihtimalle üç sene içinde okulu bitirmiş olacağım. Ama sonra? Ne yapacağımı bilmiyor olmak o kadar korkutmuyor aslında beni. Beni asıl korkutan ne yapmak istediğimi bilmemem. Ya da şöyle demeli belki de, yapmayı istediğimi söyleyegeldiğim şeyleri neden istediğimi açıklayamıyorum. Yüksek lisans, doktora, akademik kariyer deyi duruyorum lise sondan beri. Ama neden? Birisinden duymuşum, hoşuma gitmiş de sonra kendime uygun mu görmüşüm? Neden yaparım peki bu dediklerimi - eğer yapmaya karar verirsem tabi? Daha iyi bir alternatif aklıma gelmiyor. Ne için daha iyi? Bir iş seçerken hedefim ne? Mutluluk. Şu anda mutlu değil miyim? Mutluyum. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum, belki daha az karlı ve daha az prestijli şeyler yok mu? Var. Bookshop açmak gibi. İçinde kitapların olduğu, insanların gelip takılabileceği, film gösterimi falan da yapan bir yer. Küçüklüğümden beri yavaş yavaş şekillenen bir hayal. Boğaziçinde boşuna mı okuyorum peki? diye sorduğumu fark ettim kendime. Boşuna? Neye göre boşuna? Boğaziçinde okumak bana hayatımın en güzel en eğlenceli eğitim yıllarını sundu şimdiye kadar, oturup aynı entellektüel seviyede olduğum insanlarla iki çift laf edebilmenin, kendimden daha zeki insanlarla çevrili olmanın tadına varmamı sağladı. Kampüsü, konserleri, boğazı da yanında ikramiye gibi. Asıl sorun her zamanki gibi dönüp dolaşıp insanlar ne der, ne düşünür'e varıyor ne yazık ki. Hayatım hiçbir zaman bana ait olamayacak mı benim yahu? Şu anda kimse sormasa, kimse karışmasa ne yamak istediğimi aslında biliyorum galiba. Kafam karışmadan, kimseleri duymadan önce tasarladığım o hayale kavuşmak.

18 Eylül 2010 Cumartesi

bilmek ya da bilmemek.

Zaman zaman tuhaf hislere kapılırım ben, çoğunlukla rüyalarımın etkisinde kalarak. Geçen gün de öyle oldu işte. Rüyamda halama veda ediyordum, bunun hemen ardından annemlerden yaklaşık beş gün kadar haber alamayınca aklımda binbir çeşit felaket senaryosu, ama özellikle de biri dönmeye başladı. Halamın ölmüş olması. Hala"m" dediğime bakmayın aslında, babamın halası kendisi. Benim için hayatımın en önemli, en sağlam figürlerinden biri. Modern bir kadın, özgür, yalnız ama gururlu, güçlü bir kadın. Sevgi dolu, ve tüm bunlardan ötürü saygı duyulası. Ananem ve babanemi de severim, hem de çok. Ama halamın yeri farklıdır. Bir çeşit asidir o benim gözümde, bir "matriarch" olarak bütün sülalenin başında, hem herkesin ailesine dahil, hem de aynı anda yapayalnızdır. Seksen yaşını geçmiş olmasına rağmen yakalandığı kolon kanserini de yenmeyi bilmiştir. Aslında bakınca, hayatımda kaybetmekten en çok korktuğum kişilerden de biridir kendisi. Uzakta olmanın en kötü yanlarından biri, her türlü haber için başkalarına güvenmek zorunda kalman. Ben bu konuda aileme güvenmiyorum. Özellikle annem, sırf beni üzmemek için bir sorun olsa da bana ben buradayken söylememe potansiyeline sahip. Bağlantı kötüydü, evde yoktuk dese de, ne kadar inanabilirim bilmiyorum. Ama inanmak da istiyorum. Belki sadece sinirlerim bozuktur. Belki sadece eve dönmeme bu kadar az kalması yavaş yavaş dank etmeye başlamıştır. Bilemiyorum.

Not: Eylül ayı bitti, eve döndüm. Döndükten sonraki gün halam bize geldi, beni görmeye. Erken yattım o gece, dayanamadım yorgunluğa. Sonra görüşürüz dedim. Görüşemedik.