29 Nisan 2011 Cuma

dahil.

Tutulmayacağını bile bile bazen insanların sana sözler vermesine izin veriyorsun. Aslında öyle olmadığını bile bile sana değer veriyormuş gibi yapmalarına, seni takıyormuş gibi davranmalarına izin veriyorsun. Çünkü aslında o da olmasa, kalan o son make-believe durumları da kalmasa, bitersin sen, biliyorsun.

Özledim seni diyorlar, artık mutlu olmuyorsun bunu duyunca. Özlenmediğini biliyorsun aslında içten içe. Alaycı bir şekilde gülümsüyorsun öyle mesajlar görünce, alaycı bir şekilde gülüyorsun sana iltifat edildiğinde, alaycı laflar ediyorsun özürler dilenince. Başka türlü olmuyor çünkü. Hayatla başa çıkmanın başka bir yolu yok belki de bazı insanlar için.

Zaman geçtikçe, büyüdükçe, yaşadıkça, canın acıdıkça, işe güce karıştıkça, öğrendikçe alışırım sanmıştın. Belki yetişkin insanlar gibi ben de uyumlu olmayı öğrenirim, belki yetinmeyi öğrenirim, belki daha normalden, rutinden ve büyümekten bu kadar  korkmam demiştin. Ne komik değil mi, tam tersi oldu bak işte. Daha önce görmediğin şeyleri görür, hayattan daha da korkar, daha çok bir neden arar oldun. Bulamadıkça kırıldın, kırıldıkça kötüleşti için, bazen kendini korkutur oldun.

Kimse yok dedin, kimse bilmiyor, bilmeyecek, kimse anlamayacak, herkesin derdi kendiyle ilgili olacak senin derdin tüm dünyaylayken. Kaybolmak kötü değildir, kaybolmak tam da ihtiyacımız olan şey deyip yanına yeni kurbanlar ararken geceleri kayboldum ben diye ağlacaksın.

Başka türlü olmuyor çünkü. Başka türlü olunca, başka türlü... Olmuyor ki. Olsa onu da anlatırdım, olsa nasıl mutlu olmayı öğrendiğimi anlatırdım, insanlar güvene ve sevgiye aşırı dozlarda layık olmadıklarını defalarca kanıtlasalar da yine yeni yeniden aynı hataları yapmaktan nasıl da vazgeçtiğimi anlatırdım.

Olmayınca olmuyor derken alaycı bir şekilde gülümsemezdim. Kendi alaycılığımdan iğrenmezdim artık, her gün saatlerce dizi izleyip başka dünyalara kaçmazdım, müzikte ve resimde güzellik aramazdım, açar penceremi ağaçlara çiçeklere bakar mutlu olurdum belki ben de. Sadece bir insan olurdum, olurdum ya da, sadece olurdum. Olamadım, olamıyorum.

Ve bazen geceleri hiçbir zaman olamamaktan korkuyorum. Geceleri ben çok korkuyorum. Kendi düşüncelerimden, bazen gelen ağlama krizlerinden, durduramadığım anlamsızlık hissinden, kurtulma isteğinden, umutsuzluktan, pişmanlıktan, nefretten, öfkeden, korkudan ama en çok korkudan, bazen de haksızlığa uğramış gibi hissetmekten, aynı anda suçluluktan korkuyorum.

İnsanlara tutunmaya çalıştıkça hep en baştan öğreniyorum, kimse seni tutmuyor, bu kadar mı istenmeyen bir insanım diyorum bazen kendime, neden hiçbir yerde hiçbir kimsem yok benim? En yakınım dediğim insanlara neden belli bir yakınlıktan fazlasını hissedemiyorum? Neden sürekli sanki burada değilmişim, gerçek değilmişim gibi hissediyorum? Neden hiçbir şeye anlam veremiyorum?

Bazen geceleri sabah olsun diye bekliyorum. Uyku umrumda bile olmuyor o zaman, sadece ışığı görmek istiyorum, sadece etrafta kalabalık olsun da şikayet edeyim istiyorum, kendimi yalnız olmadığım ilüzyonuna kaptırayım istiyorum.

İnsanlar her seferinde beni yüz üstü bırakıyorlar, insanlar hiç dinlemiyorlar, insanlar beni sevmiyorlar. Ben dahil.

21 Nisan 2011 Perşembe

Bana bir sen iyi gelirsin, ama sen de bana gelmezsin dedirttin bana bugün be kadın. O elektriği hissetmemiş olamazsın, o an bana baktığın an anlamamış olamazsın.

Ben senden hiçbir zaman tam olarak geçemedim, hala içimde başkası olsa da, senden başkasıyla geçemem o kişiden gibi geliyor bana.

Ah be kadın. Neden böyleyim, neden böyleyiz?

20 Nisan 2011 Çarşamba

başka şeyler üzerine yeni bir güzelleme.

Müziğin sesini sonuna kadar açıp, Bailamos gibi alakasız bir şarkı dinlerken kendimi bilmediğim bir ülkenin Akdenizimsi sahillerinde dans ederken hayal ediyorum. Her ne kadar yazı sevmesem de, yaz akşamlarını özlüyorum. Geçen senekileri de değil aslında, biteceğini bile bile bir şeyin tadını çıkarmak da zor. Hep orada kalayım mesela ben, o bilmeidğim ülkede. Havası hep öyle yumuşak, ama depresyon sıcağı da değil. Kumlardan öyle mutlu şarkılar fışkırsın, az insan olsun ama güzel insanları olsun bu yerin. Başka olsun, bambaşka olsun. 
Mesela oradayken zamanın nasıl geçtiğini unutayım. Ağaçlar olsun, upuzun ağaçlar, çocukluğumda evimizin ordaki kavak ağaçları gibi. Sonra kesmişlerdi o ağaçları. Alerjim olmasına rağmen çok ağlamıştım ağaçlar, özellikle de benim ağacım kesildiğinde. Ben çocukken ağaçlara tırmanırdım mesela, ama sadece kendi ağacımla konuşurdum. İnsanın doğduğu günde onun için ağaç dikilmesi güzel şey. O ağacı diken insan güzel bir insan. Onu kesense… neyse konumuz bu değildi. 
Zaman diyordum, orası öyle bir yer olsun ki, zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeyim, birdenbire korkuyla ne kadar kendimi kaptırdığımı, nasıl meşgul bir insan olduğumu, nasıl büyüdüğümü fark etmeyeyim. Ne olursa olsun her gece deniz kıyısında ayaklarım ıslansın, zaman diye bir şey yokmuş gibi hissedeyim.
Gökyüzünü masmavi sevmem ben, çok tekdüze gelir. Bembeyaz pamuk gibi bulutlar olsun gündüzleri, ağaçların arasından görünsünler arada rüzgar estikçe. Kumlara sırt üstü uzanıp bulutların geçişini izleyeyim. Saçlarımın kum olmasını umursamayayım mesela, sonra gitmek zorunda olduğum bir yer, karşısında düzgün görünmek zorunda olduğum insanlar olmasın. 
Tatilim gelmiş benim, biliyorum. Ama şimdi öyle bir yer yok, onu da kabul etmek lazım. Asla öyle bir bir şey yapmama zorunluluğu olmayacak. Hep zorunda olacağım, içinde “zor” geçen her kavram gibi sevimsiz bir durum işte. 
Başka Türlü Bir Şey dinliyordum bu gece, tam da öyle işte. Başka Türlü Bir Şey olmalı diyorum kendime, başka türlü bir yer, tamamen farklı, tamamen yeni. Yok değil mi? 
Benden başka kendini dünyada kısılı kalmış gibi hisseden yok mu? Birine anlatmıştım ben bunu yazın, aslında birilerine. Beni çok da tanımayan insanlara, o kadar sarhoş olmuştum ki, o halimle açıklamaya çalışmıştım bazen gökyüzünün o kadar yüksek olmasının bile zoruma gittiğini, aradaki boşlukta bulunamamanın, insan olarak bu kadar sınırlı ve kısıtlanmış olmanın nasıl canımı sıktığını anlatmaya çalışmıştım. Çok abartıyorsun sen demişlerdi bana, mutsuz olman için neden yok, kendi kendini mutsuz ediyorsun demişlerdi. 
Daha ne isteyelim ki, yuvarlanıp gidiyoruz, çok da kötü değil gibi söz kümelerini her duyduğumda nasıl diken diken olduğumu anlatmamıştım bunun üzerine. Hani o reklamlar var ya, DAHA FAZLASINI İSTE diye bas bas bağıran, madem o kadar bilinçaltına işlemiş insanların, madem herkes sonucuna bakmadan tüketim derdinde, neden bu diğer şeylere yansımıyor? O kadar gerildim ki çeşitli sebeplerden, bir kez daha şu yukarıdaki cümlelerden birini söyleyen biri olursa bana ciddi ciddi, bu sefer patlayabilirim. 
Kendi kendini mutsuz etmek meselesine artık girmiyorum bile. İnsanlara mutsuzluğun değil, mutluluğun sebep gerektirdiğini, sebepsiz olmanın ille de kötü bir şey olmadığını hatta yeri geldiğinde insanı motive eden bir şey bile olabileceğini anlatamadım bir türlü ben.
Bilmiyorum, bazen cidden sorun bende galiba diye düşünüyorum, insanlara kendimi anlatamıyorum ya da ne bileyim, anlatmak istediklerim gerçekten saçma şeyler belki de. Benim gerçekliğim yanlış, belki gerçekten ben hep tersinden bakıyorum olaylara. Bilmiyorum. 
Ağaçlar, sahiller diyordum değil mi? Ağaçlar ve deniz bazı insanlardan daha iyi dinliyor insanı ihtiyacın olduğunda. 
Yoksa hep aynı şeyi papağan gibi tekrar ediyormuşum, insanları rahatsız ediyormuşum gibi geliyor. Mutsuzum dediğimde, bana nasıl mutlu olacağımı anlatmalarını istemiyorum ben, üzülmelerini de, geçer demelerini de. Mutsuzluk yeri geldiğinde Bailamos dinleyip kahkahalar atarken de yaşanabilir. O kadar korkutucu bir şey de değil yani, ille de yok edilmesi gerekmiyor. Öbür türlü sen problemli insan, karşındaki de sana katlanan kişi oluyor. Ve ben rahatsız oluyorum.
Bambaşka bir gerçeklik bulmayacağım sürece sahil falan da istemiyorum aslında. Başka bir şeyler istiyorum, bambaşka şeyler, ama bulamıyorum.

17 Nisan 2011 Pazar

iyiyim, iyiceyim.

İyiyim ben bu aralar, iyiceyim. Orta halliden iyice. Küçük şeylerden mutluyum, kafam bomboş, ruhum da. Ne merak ediyorum artık, ne bekliyorum, ne çabalıyorum. Okuluma gidip, derslerime çalışıyorum, kalabalıklar içinde duruyorum elimden geldiğince, kendime istediğim her kitabı alıyorum, istediğim tüm filmleri izleyip kafama göre müzik dinliyorum uzaklaşmak istediğimde.

Aslında sürekli müzik dinliyorum, ses olsun diye. Aynı şarkıyı 20 kez üst üste dinleyip fark etmiyorum bile çaldığını. İçimde sürekli bir boşluk var. Ne yemekle, ne uykuyla, ne eğlenceyle doluyor şu anda. Yalnızlık boşluğu o, biliyorum. Ne zaman artık canım acıyacak kadar yoruluyorum, o zaman hissetmiyorum o boşluğu. O zaman aklımın ucundan bile geçmiyor bazı kişiler.

Çok güzel bir günün sonunda keşke o da yanımda olsaydı - bu aralar, keşke ona anlatabilseydime dönüştü gerçi - demek gibi bir şey. Sık sık ve her zamankinden kolay sarhoş olmak gibi. Bu sefer cidden hayatın nasıl bir yön alacağını bilmemek gibi.

Ama dedim ya, iyiceyim ben bu aralar aslında. Yüzüm sıklıkla gülüyor. Alıştım yine kendi sıkıntıma. Bir başkası seni severken kendini sevmek daha kolaymış aslında. Aynaya baktığımda ilk gördüğüm mor gözaltlarım oluyor benim. Zaten beni neden ve nasıl sevebildiğini hiç anlayamamıştım ya, neyse. Yine de kendimi sevmeye çalışıyorum ben, aynaya bakıp gülümsüyorum kendime, bazen sırıtıyor o ifade yüzümde, eğreti duruyor ama benden başka fark edenini henüz görmedim.

İnsanlara gelince, insanlar hala aynı insanlar. Bazıları bilmeden çok iyi geliyorlar bana, hiçbir şey yapmasalar bile, nefes aldıklarını bilmek yetiyor. Bazı insanlar da yine bilmeden yıkıp geçiyorlar, ne zaman etraflarında olsam kırılıyorum, dayanamıyorum. İnsanlar hep aynı insanlar. Ben hep aynı ben.

Kendimden çok başka insanların sıkıntılarına odaklanıyorum, başka insanların mutluluklarına seviniyor, daha büyük şeyler için çalışıyorum. Kendi sorunlarım çözümü mümkün olmayan, zamana bırakılması gereken şeyler, biliyorum. Ondan susuyorum.

İnsanlar çok gürültülü geliyor yalnız bana. Herkes bağırıp çağırıyor, herkes bir şeyler istiyor, herkes ne istediğini biliyor, herkes, benden başka herkes istediği bir şeye ulaşmak için debeleniyor sanki. Bense tak başıma bir aptal, ne yapacağını, ne istediğini bilmez bir şekilde öyle vakit geçiriyorum. Hem her şeyi kaçırıyorum gibi geliyor hem de fazla içerisindeyim gibi hayatın. Deliriyorum bazen. Bekleyemiyorum. Sonunda her şeyin güzel olacağından emin olmak istiyorum.

Ama diyorum ya, iyiceyim. İyice olduğum halim buysa, diğer halimi görmeyin diyorum içimden. Kimse görmesin. Göremez zaten. Görebilecek tek insan da zaten öyle bir seçeneği benim için tamamen yok etti. Bir daha sanmıyorum ki ben kimseye o kadar bağlanabileyim. Değmez gibi geliyor. Hayatımda ilk kez korkularından yaşayamayan insanları anlıyorum.

Zaman, zaman, zaman, zaman, zaman. Çok hızlı geçiyor aslında. Ama yine de yavaş. Yapacak bir şeyi olmayan insan için, beklediği bir şey olmayan bir insan için, zaman çok anlamsız bir kavram. Ben anlamsızlığı hatırlıyorum şimdi, öğreniyorum demiyorum, hani çok da bilmediğim şeyler değildi zaten bunlar bana. Ama istemiyordum geri dönmek, yalnız kalmak istemiyordum.

İyiceyim ben bu aralar. Yalnız bazen duruyorum, yeterince yalnız kalmadım mı ben diye soruyorum kendime. Cevap da vermiyorum artık, nasılsa ne cevap verirsem vereyim değişecek bir şey yok. Sadece ben varım. Anlatabildiğim ve anlatamadığım şeyler var. Yazmak ve yazamamak var, kendi yazdıklarımın bana iğrelti gelmesi var, sesimi kaybetmek var. Bunları yazarken bile kahretsin çok ergen oldum, hele o kahretsin lafı, tam dublaj türkçesi oldum demek var. Başkalarının düşüncelerini fazlasıyla umursamaya geri dönmek var.

Ama iyiceyim. İyiyim. Kendime bunu ne kadar çok tekrarlarsam, o kadar iyi olacağıma inandım ben. Onun için iyiyim.

İyiceyim.